Fatih Sultan KAR


ESKİ İSTANBUL'UN RİZELİ KABADAYILARI RİZELİ MAVNACI ALİ, LAZ HÜSEYİN VE GACARA YUSUF RİZELİ MAVNACI ALİ

e-mail: fatihsultan.kar@gmail.com - Web: www.fatifsultankar.com


 

 

 

Mav­na­cı Ali bo­ru­su­nu hem Üs­kü­dar'da hem de Be­yoğ­lu’nda öt­tü­rü­yor­du
Polis ka­yıt­la­rı­na göre İstan­bul’da isim yap­mış semt ka­ba­da­yı­la­rın­dan biri de Üs­kü­dar­lı "Mav­na­cı Ali” idi. Ali 1880 yı­lın­da Rize’de doğ­muş­tu.
Emek­li polis Ömer Ünal’ın ifa­de­si­ne göre, henüz 25 ya­şın­day­ken o ta­rih­ler­de Üs­kü­dar’ın ha­ra­cı­nı yiyen Ka­ra­man­lı Yusuf’u vapur is­ke­le­si­nin önün­de fal­çe­te öl­dür­dük­ten sonra namı bir­den alıp yü­rü­müş­tü.
Tam 16 yıl süre ile sem­tin­de kim­se­ye göz aç­tır­ma­yan Mav­na­cı Ali için Ünal şöyle ko­nuş­muş­tu:
"Mav­na­cı Ali’yi ta­nı­dı­ğım zaman o en şa­şa­alı dev­ri­ni ya­şı­yor­du.
Biraz yaş­lan­mış­tı ama et­ra­fı­na top­la­dı­ğı genç­ler­le bo­ru­su­nu öt­tü­rü­yor­du.
TATAR ZEHRA KAR­ŞI­SIN­DA ÇO­CUK­LA­ŞAN KA­BA­DA­YI
Evi Üs­kü­dar Solak Sinan ma­hal­le­sin­de ol­du­ğu halde o Ka­ra­ca Ahmet Me­zar­lı­ğı’nın ken­di­si­ne mes­ken yap­mış­tı.
Bu yüz­den po­li­sin eline geç­mi­yor, civar ev ve iş­yer­le­ri­ne bas­kın­lar­da bu­lu­nu­yor­du.
Zaman zaman sem­ti­ni terk edip İstan­bul ya­ka­sı­na geçen, orada da bo­ru­su­nu öt­tü­re­bi­len yü­rek­li bir ka­ba­da­yıy­dı.
Onu İstan­bul’a çeken mühim se­bep­ler­den biri Fatih’te, Sek­ban­ba­şı ma­hal­le­si, Ka­lay­cı so­kak­ta otu­ran Rusya göç­me­ni Tatar Zehra idi. Met­re­si­ni deli gibi seven Mav­na­cı Ali, her teh­li­ke­yi göze ala­rak onu sık sık zi­ya­re­te ge­li­yor­du.
Ufak tefek bir kadın olan Tatar Zehra kar­şı­sın­da, koca Mav­na­cı âdeta ço­cuk­la­şı­yor­du.
BİR ÇÖP­LUK­TE İKİ HOROZ
İşte bu sı­ra­lar­da yani Mav­na­cı’nın kadın uğ­ru­na "İşini sav­sat­tı­ğı sı­ra­da Üs­kü­dar’da Se­lâm­sız’daki Er­me­ni Ki­li­se­si’nde yatıp kal­kan Piç Ardaş is­min­de bir Er­me­ni ço­cu­ğu­nun ismi du­yul­ma­ya baş­la­mış­tı.
Ardaş, Mav­na­cı’nın ave­ne­sin­den bir ka­çı­nı sı­kış­tı­rıp ada­ma­kıl­lı ben­zet­miş­ti.
Bu isim Mav­na­cı Ali’yi yavaş yavaş ra­hat­sız et­me­ye baş­la­mış­tı.
Bir çöp­lük­te iki ho­ro­zun öt­me­ye­ce­ği­ni söy­le­yen Mav­na­cı 26 Ka­sım-1920 ge­ce­si Ardaş’ı bir hile ile Kuz­gun­cuk sem­ti­ne ça­ğır­tıp öl­dür­mek is­te­di.
Ancak ev­de­ki hesap çar­şı­ya uy­ma­mış­tı.
İki hasım Kuz­gun­cuk’taki Yalı kah­ve­si­nin önün­de ka­pış­tı­lar.
O ta­rih­te 41 ya­şın­da olan Mav­na­cı, ken­di­sin­den 6 yaş küçük olan Piç Ardaş’la hal­kın gözü önün­de tam bir saat bıçak dü­el­lo­su yaptı.
Mav­na­cı has­mı­nın sağ el baş­par­ma­ğı ile şa­ha­det par­ma­ğım ko­par­ma­sı­na rağ­men so­nun­da Piç Ardaş’ın 14 bıçak dar­be­si ile can verdi.OLUK KAN AKI­YOR­DU
Mav­na­cı­nın, Piç Ar­daş­la yap­tı­ğı bıçak dü­el­lo­su, Kuz­gun­cuk­lu eski ku­şak­la­rın hâlâ di­lin­de­dir.
O kanlı kav­ga­ya şahit olup da bugün ha­yat­ta bu­lu­nan Ke­ra­met­tin Tun­çok şöyle an­lat­mış­tı:
"Kah­ve­de otu­rur­ken, dı­şar­da bir gü­rül­tü koptu, hep be­ra­ber ka­pı­ya çık­tık.
Mav­na­cı ile Piç Ardaş bir el­le­rin­de bıçak diğer el­le­ri­ne sar­dık­la­rı ce­ket­le, bir­bir­le­ri­nin et­ra­fın­da fır fır dönüp fır­sat kol­lu­yor­lar­dı.
O za­man­lar bu­ra­la­rı şim­di­ki gibi de­ğil­di.
Değil polis, bazen ilâç için bile adam bu­lun­maz­dı.
O kanlı kav­ga­yı tam bir saat ne­fe­sim ke­si­le­rek sey­ret­tim.
So­nun­da Piç Ardaş, ta­kat­siz kalan Mav­na­cı­yı yere dü­şür­dük­ten sonra, sağ eli­nin ke­si­len par­mak­la­rın­dan oluk gibi akan kana rağ­men, sol eli ile bı­ça­ğı­nı ras­ge­le sap­la­ma­ğa baş­la­dı.
Sonra da ce­ke­ti­ni kesik eli­nin üze­ri­ne sarıp, olay ye­rin­den çekti gitti.
He­pi­miz şaş­kın bir halde pe­şin­den ba­ka­kal­dık.
LAZ HÜSEYİN
Ga­la­ta ka­ra­ko­lu günkü Tünel ter­mi­na­li­nin hemen ya­nın­da­ki so­ka­ğın ba­şın­day­dı.
Laz Hü­se­yin 1902 yı­lın­da Rize’de doğ­muş­tu.
Bı­yık­la­rı yeni ter­le­miş bıç­kın bir de­li­kan­lıy­dı.
Ba­ba­sı onu Rize’den İstan­bul’a ge­ti­rip Kah­ve­ci Zihni Efen­di’ye tes­lim et­miş­ti.
Zira Hü­se­yin mem­le­ke­tin­de bir kız sev­miş, onu da baş­ka­sı­na ver­miş­ler.
Hü­se­yin bunu bir türlü ken­di­ne ye di­re­mi­yor­muş.
Ba­ba­sı Ali Efen­di oğ­lu­nun elin­den bir kaza çık­ma­sın­dan kork­tu­ğu için onu İstan­bul’a ge­tir­miş­ti.
Laz Hü­se­yin kah­ve­nin üze­rin­de ya­tı­yor, dur­ma­dan ça­lı­şı­yor ya­vuk­lu­su­nu unut­ma­ya ça­lı­şı­yor­du.
Mem­le­ke­ti­nin ha­va­sı gibi ça­bu­cak sert­le­şi­yor, ama bü­yük­le­ri­ne karşı say­gı­da kusur et­me­mek için elin­den ge­le­ni ya­pı­yor­du. Cıva gi­biy­di.
JİLETE KAR­ŞI­LIK SÜR­ME­NE BI­ÇA­ĞI
Bir­kaç çayın pa­ra­sı­nı yut­tur­mak, is­te­yen iri yarı bir ka­yık­çı önce da­yak­la na­si­bi­ni al­mış­tı.
Bun­dan sonra peş peşe yap­tı­ğı vu­ku­at­lar ile Laz Hü­se­yin’in namı alıp yü­rü­müş­tü.
Sıcak bir tem­muz ge­ce­si Ga­la­ta’da Yakup Efen­di­nin bi­ra­ha­ne­si önün­de ka­pış­tı­ğı Be­yoğ­lu’nun ka­ba­da­yı­sı Ode­sa­lı Kosti’yi 4 bıçak dar­be­siy­le öl­dü­rün­ce bi­zim­le be­ra­ber işgal po­li­si de pe­şi­ne ta­kıl­dı.
Fakat Hü­se­yin’i ya­ka­la­mak müm­kün ol­mu­yor­du.
Ni­ha­yet bir yıl sonra Ku­le­di­bi’nde bu defa Un­ka­pa­nı’nın ka­ba­da­yı­sı Kesik Ni­ko­la ile ça­tış­tı.
Manol adın­da bir Rum’un iş­let­ti­ği ku­mar­ha­ne­de çıkan kavga so­nun­da Laz Hü­se­yin jilet at­mak­ta son de­re­ce mahir olan Kesik Ni­ko­la’yı defa onu Altı Sür­me­ne bı­ça­ğı dar­be­siy­le öl­dür­müş­tü.
ONU TEK DUR­DU­RAN KA­RA­MÜR­SELLİ ESMA İDİ
Onu dur­du­ran tek insan, bir gün ka­yık­tan iner­ken görüp adeta çar­pıl­dı­ğı Ka­ra­mür­sel­li Esma idi.
Un­ka­pa­nı Fil yo­ku­şu Hamit Efen­di med­re­se­sin­de otu­ran Esma onu yıl­lar­ca sak­la­mış, işgal po­li­si­ni bütün bas­kı­sı­na rağ­men Laz Hü­se­yin’i ele ver­me­miş­ti.
Laz Hü­se­yin de yıl­lar­ca or­ta­lı­ğı tit­ret­tik­ten sonra, Cum­hu­ri­ye­tin ila­nıy­la bir­lik­te Esma’sını da ya­nı­na or­ta­dan kay­bol­muş­lar­dı.
GA­CA­RA YUSUF
1950’li ve 1960’lı yıl­lar­da bile İstan­bul’da Ka­ra­köy, Top­ha­ne, Ka­sım­pa­şa, Fener, Balat ve Ay­van­sa­ray semt­le­rin­de Kan­boz­lu,
Po­tom­ya­lı ve Ri­ze­li genç­ler hem ça­lış­mış­lar hem de ka­ba­da­yı­lık yap­mış­lar­dı.
Bu atak genç­le­rin, bir başka de­yiş­le ka­ba­da­yı­la­rın en ün­lü­le­rin­den bi­ri­si de “Ga­ca­ra Yusuf”tu. Asıl adı Yusuf Ha­za­vit­li­gil idi.
Ha­za­vit­li­gil aile­si, Trab­zon’un Of il­çe­sin­den Po­tom­ya’ya gelip yer­leş­miş­ti.
Ga­ca­ra la­ka­bı de­de­sin­den in­ti­kal etmiş.
Çok yü­rek­li ve atak ama aynı za­man­da ufak tefek, çe­lim­siz bir adam­dı.
Boyu 1,55-1,60 metre gibi bir şeydi.
Ama iş bıçak kul­lan­ma­ya ge­lin­ce, eli ma­ki­ne gi­biy­di Ga­ca­ra Yusuf’un.
Sa­ni­ye­de iki üç bıçak dar­be­si sa­vu­ra­bi­li­yor­du.
Ga­ca­ra Yusuf de­yin­ce her­kes tir tir tit­ri­yor­du.

Kay­nak:
* Sa­yı­lı Fır­tı­na­lar / Eski İstan­bul Ka­ba­da­yı­la­rı Refi Cevad Ulu­nay Alfa Ya­yın­la­rı 2017
*Ali Topuz An­la­tı­yor 1 (De­ği­şi­mi Ya­şa­mak) Ali Topuz Doğan Kitap 2011
*Gün Ga­ze­te­si 3 Mayıs 1972