Sevgili kardeşlerim, bugün, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, büyük komutan, eşsiz devlet adamı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ebediyete uğurlayışımızın 87nci yıldönümünde, onu minnet ve rahmetle anıyoruz. Yazımın başlığında da belirttiğim gibi kanaatimce bu günü, Atatürk’ü anma günü değil onu anlama günü olarak yaşamak zorundayız. Hele hele yaşadığımız şu zor günlerde buna gerçekten ihtiyacımız var.
10 Kasım, takvim yapraklarında bir sonu ifade etse de, 10 Kasım, milletimizin kalbinde ve zihninde yeni bir başlangıcın, köklü bir ideolojinin simgesidir. O, 10 Kasım 1938’de aramızdan ayrılmış olabilir; ancak bıraktığı eserler, fikirler ve ilkeler, yolumuzu aydınlatan sönmez bir meşale olarak varlığını sürdürmektedir. Ancak tüm bunların yanında “Bize verdiği en değerli şey nedir?” diye sorsanız “Umutsuz bir millete umut vermesidir.” derdim.
İşte yine bu yüce millet umutsuzluk uçurumunun eşiğindedir. Bir umut lazım. Bizi tekrar birleştirecek ve yeniden ayağa kaldıracak bir umut. Ancak ben inanıyorum ki bu yüce millet nice Atatürk’ler doğuracak kudretli bir millettir. Bu yüzden de törenin adının “10 Kasım Atatürk'ü Anma Değil Anlama Töreni” olması gerektiğini düşünüyorum.
EŞSİZ BİR LİDER VE KAHRAMAN
Atatürk'ün hayatı, bir milletin küllerinden yeniden doğuş destanıdır. Çanakkale'de, Kurtuluş Savaşı'nda gösterdiği askeri deha; Erzurum’da, Sivas’ta yaktığı bağımsızlık ateşi ve Ankara’da kurduğu Türkiye Cumhuriyeti, onun sadece bir lider değil, aynı zamanda çağları aşan bir vizyoner olduğunu kanıtlamaktadır. O, "Ya İstiklal Ya Ölüm" şiarıyla çıktığı yolda, esareti asla kabul etmeyen Türk Milletinin sarsılmaz iradesini temsil etmiştir.
FİKİRLERİYLE YAŞAYAN BÜYÜK ÖNDER
Atatürk, sadece toprakları düşmandan temizlemekle kalmamış, asıl ve en büyük mücadelesini cehalete ve geri kalmışlığa karşı vermiştir. "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir" sözüyle, genç Türkiye Cumhuriyeti'nin rotasını akla ve bilime çevirmiştir. Eğitimden hukuka, ekonomiden sanata kadar her alanda gerçekleştirdiği inkılaplar, bizi muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkarma hedefinin somut adımlarıdır.
Onun, "Benim manevî mirasım, bilim ve akıldır" sözü, bizlere bugün de yol göstermektedir. Bu mirasa sahip çıkmak; şekilcilikten uzak durarak onun fikirlerini, hedeflerini ve ilkelerini doğru anlamak, içselleştirmek ve çağın gereklerine uygun olarak yorumlamakla mümkündür.
GELECEK NESİLLERE EMANETİ
Atatürk, en büyük eseri olarak nitelendirdiği Türkiye Cumhuriyeti’ni sizlere, yani Türk gençliğine emanet etmiştir. Bu emanet, sadece bir ülkeyi değil, onun Cumhuriyetçilik, Laiklik, Halkçılık, Milliyetçilik, Devletçilik ve İnkılapçılık ilkelerinde somutlaşan tüm değerleri, demokrasiyi, bağımsızlığı ve çağdaşlığı da kapsar.
Sizler, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller olarak; bilime, sanata ve çalışmaya dört elle sarılarak bu emaneti geleceğe taşıyacak olanlarsınız. Onun gösterdiği yolda, milli birlik ve beraberlik ruhuyla, ülkemizi dünyada hak ettiği saygın konuma ulaştırmak en temel sorumluluğumuzdur.
Atatürk’ü anmak, sadece 1938’in o kasvetli sabahını hatırlamak değildir. O’nu anmak, onun "Bütün ümidim gençliktedir" sözünün ardındaki derin inancı ve bizlere duyduğu sonsuz güveni hissetmektir.
Atatürk, askeri dehası ve devlet adamlığıyla bir ulusu kurtardı. Ancak onun en büyük başarısı, bu ülkeyi kurduktan sonra geleceği inşa etme görevini bizlere devretmesidir. O, geleceğin Türkiye’sini hayal ederken, bu hayalin merkezine sizleri, yani fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür gençleri koydu. Onun gözünde gençlik, sadece yarının yetişkinleri değil, aynı zamanda ülkenin aydınlık yüzü ve dinamik gücüydü. O, bizden tembel, ezberci ve geçmişe takılıp kalan bir nesil olmamızı istemedi. Tam tersine, daima ileriye bakan, akla, bilime, fenne sarılan ve dünyayı takip eden bireyler olmamızı istedi.
MİRASIMIZ: İLİM VE AKIL
Atatürk, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” diyerek bizlere bir rota çizdi. Bu söz, bizim ders kitaplarımızdaki formüllerden, laboratuvarlardaki deneylerden, kütüphanelerdeki sayfalardan asla ayrılmamamız gerektiğini anlatır. Bize düşen görev, bilim ve teknolojide çağın en ilerisine geçmek için durmaksızın çalışmaktır. Atatürk’ün dediği gibi, "Benim manevî mirasım, bilim ve akıldır." Onun devrimlerine sahip çıkmak demek, sadece bayrakları asmak, şiirler okumak demek değildir; asıl sahip çıkmak, onun aydınlanma yolundan sapmadan, öğrenmekten, sorgulamaktan ve üretmekten asla vazgeçmemektir.
Atatürk’ün "En büyük eserim" dediği Türkiye Cumhuriyeti, bir çınardır ve bu çınarın kökleri onun ilkeleriyle, dalları ise sizlerin azmi ve başarısıyla büyüyüp güçlenecektir. Bizler, Cumhuriyetçilik ilkesiyle vatanımıza sahip çıkacağız. Bizler, İnkılapçılık ruhuyla her zaman yeniliklere açık olacağız. Bizler, Halkçılık ilkesiyle adaleti ve eşitliği savunacağız. Ve bizler, Milliyetçilik bilinciyle vatanımızı sevmenin, onu yükseltmek için çalışmak olduğunu bileceğiz. Atatürk’e en büyük saygıyı durarak değil, yürüyerek gösterebiliriz. O’nun izinde, yılmadan, yorulmadan çalışmaya, öğrenmeye ve ülkemizi muasır medeniyetler seviyesinin üzerine taşımaya devam edeceğiz.
Sözlerime son verirken, bu duygu ve düşüncelerle, ebediyete intikalinin yıldönümünde, Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, onun kahraman silah arkadaşlarını ve vatanımız için canını feda eden aziz şehitlerimizi bir kez daha rahmet, minnet ve şükranla anıyorum. Ruhunuz şad olsun. Ne Mutlu Türk’üm Diyene!
Hepinize sevgi ve saygılar sunarım. Hoşça kalın ve elbette her zaman uyanık kalın. Sevgi ışığınız, kalbiniz rehberiniz olsun.