İbrahim Sırmalı

Tarih: 27.10.2025 15:15

Hz. Peygamberin Muhalif, Kitap Ehli ve Müşriklerle Muamelesi

Facebook Twitter Linked-in

Birinci Hutbe

Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.

Allah'ım! İslam ve iman nimeti için Sana hamd olsun. Bizi Muhammed (s.a.v.)'in ümmetinden kıldığın için Sana hamd olsun.

Şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur, tektir, ortağı yoktur.

Ve şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir. Allah'ım! Efendimiz Muhammed'e, ailesine ve tüm ashabına salat ve selam eyle. 

Şimdi ey Müslümanlar! Yüce Allah, en doğru sözlü olan Allah, mükemmel ayetlerinde şöyle buyuruyor:

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فٖى رَسُولِ اللّٰهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَذَكَرَ اللّٰهَ كَثٖيرًا

Ahzap suresi 33.21 Andolsun, Allah'ın Resûlünde sizin için; Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah'ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.

       Allah Teala şöyle buyurdu:

مَا اَفَاءَ اللّٰهُ عَلٰى رَسُولِهٖ مِنْ اَهْلِ الْقُرٰى فَلِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِى الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاكٖينِ وَابْنِ السَّبٖيلِ كَیْ لَا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْاَغْنِيَاءِ مِنْكُمْ وَمَا اٰتٰیكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهٰیكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا وَاتَّقُوا اللّٰهَ اِنَّ اللّٰهَ شَدٖيدُ الْعِقَابِ

Haşr suresi 59.7 Allah'ın, (fethedilen) memleketlerin ahalisinden savaşılmaksızın peygamberine kazandırdığı mallar; Allah'a, peygambere, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. O mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir servet (ve güç) hâline gelmesin diye (Allah böyle hükmetmiştir). Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah'ın azabı çetindir. 

Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

 و يقول صلى الله عليه وسلم: «مَا تَرَكْتُ شَيْئًا مِمَّا أَمَرَكُمُ اللهُ بِهِ، إِلا أَمَرْتُكُمْ بِهِ، وَمَا تَرَكْتُ شَيْئًا مِمَّا نَهَاكُمُ اللهُ عَنْهُ إِلا وَقَدْ نَهَيْتُكُمْ عَنْهُ…» رواه البيهقي في سننه والطبراني في معجمه.

       “Allah’ın size emrettiği her bir şeyi size emrettim. Yasakladığı her bir şeyi de size yasakladım…” Hadisi İmam Beyhaki, Sünen’inde, Taberani ise Mu’cem’inde rivayet etmiştir.

Hz. Peygamber, Allah'ın salât ve selâmı üzerine olsun, vaizlerin önderi, örnek, örnek öğretmen ve bilge eğitimcidir. 

Yüce Allah, ibadetlerimizde, vaazlarımızda, ahlakımızda, davranışlarımızda, muamelatımızda ve hayatımızın her alanında onun yolunu izlememizi ve onu örnek almamızı emretmiştir. 

       Allah Teala şöyle buyurdu:

قُلْ هٰذِهٖ سَبٖيلٖى اَدْعُوا اِلَى اللّٰهِ عَلٰى بَصٖيرَةٍ اَنَا وَمَنِ اتَّبَعَنٖى وَسُبْحَانَ اللّٰهِ وَمَا اَنَا مِنَ الْمُشْرِكٖينَ

Yusuf suresi 12.108 De ki: "İşte bu benim yolumdur. Ben ve bana uyanlar bilerek Allah'a çağırırız. Allah'ın şanı yücedir. Ben, Allah'a ortak koşanlardan değilim."

Ey Müslümanlar! İnşallah bugünkü buluşmamız, Hz. Peygamberin dinde kendisinden farklı düşünenlerle, müşrikler ve Ehl-i Kitap da dahil olmak üzere, etkileşimlerinin örnekleriyle olacaktır.

Allah'ın Elçisi Hz. Muhammed'in (s.a.v.) peygamberliğinin en çarpıcı delillerinden biri, tanımadığımız insanlarla olan incelikli etkileşimleridir. 

Birbirimize karşı nazik olabiliriz. Ve bizi tanımayanlara sert davranabiliriz. Ancak Yüce Allah, Allah'ın Elçisi'ne (s.a.v.) tanıdığı ve tanımadığı insanlara karşı yumuşak bir kalp bahşetmiştir.

       Allah Teala şöyle buyurdu:

فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ لِنْتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَلٖيظَ الْقَلْبِ لَانْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِى الْاَمْرِ فَاِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلٖينَ

Al-i İmran suresi 3.159 Allah'ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah'tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah'a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.

Resûlullah (s.a.v.), Mekke'deki müşriklerle benzersiz ve istisnai bir şekilde ilgilendi. Onları kurtarmak ve karanlıktan aydınlığa çıkarmak için hiçbir masraftan kaçınmadı.

Kendisine Hz. Peygambere (s.a.v.) ve İslam'a giren sahabelerine karşı gösterdikleri inatçı ve zalim tavırlarına rağmen, onları hem dünyada hem de ahirette başarıya ulaştıracak olan İslam'a davet etmekte kararlıydı.

Onlara karşı sergilediği davranış ve ahlakın örnekleri arasında şunlar yer almaktadır:

Birincisi: Hidayet için yaptığı dua. Allah Resûlü (s.a.v.), duasında özellikle tüm müşriklere hitap etmiştir.

Hatta İslam'a girmeden önce kendisine düşman olan Ebû Cehil ve Ömer b. Hattab gibi kişilere bile hitap etmiştir. Dua etmiştir.

 فكان رسول الله صلى الله عليه وسلم يخصُّ بدعائه كل المشركين،

 بل ومن ناصبه العداء كأبي جهل وعمر بن الخطاب قبل إسلامه، وكانا من ألدِّ وأشهر وأقوى أعداء رسول الله ،

 فكان يدعو ويقول: “اللَّهُمَّ أَعِزَّ الإِسْلاَمَ بِأَحَبِّ هَذَيْنِ الرَّجُلَيْنِ إِلَيْكَ: بِأَبِي جَهْلٍ، أَوْ بِعُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ. فَكَانَ أَحَبُّهُمَا إِلَى اللَّهِ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ” رواه الترمذي .

Onlar, Resûlullah'ın en azılı, en azılı ve en güçlü düşmanlarıydı.

Hz. Peygamber şöyle dua ederdi: "Allah'ım, İslam'ı şu iki kişiden sana en sevgili olanıyla güçlendir. Ebû Cehil veya Ömer b. Hattab." Bu ikisinin Allah katında en sevgili olanı Ömer b. Hattab'dı. (Hadisi İmam Tirmizî rivayet etmiştir)

İkincisi: Tebliğciliğin özelliği. Resûlullah'ın (s.a.v.) hayatı, hem söz hem de fiil olarak tebliğcilik üzerine kuruluydu.

Müşriklerin Hz. Peygambere zulmetmesine rağmen, bu tabiatından asla ayrılmadı.

İslam öncesi Müslümanlardan Rabia bin Abbas ed-Deylemi şöyle demiştir:

 فعَنْ رَبِيعَةَ بْنِ عَبَّادٍ الدِّيلِىِّ – وَكَانَ جَاهِلِيًّا أَسْلَمَ – فَقَالَ رَأَيْتُ رَسُولَ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- بَصَرَ عَيْنِي بِسُوقِ ذِي الْمَجَازِ يَقُولُ « يَا أَيُّهَا النَّاسُ قُولُوا لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ تُفْلِحُوا ».

 وَيَدْخُلُ فِي فِجَاجِهَا وَالنَّاسُ مُتَقَصِّفُونَ عَلَيْهِ فَمَا رَأَيْتُ أَحَداً يَقُولُ شَيْئاً وَهُوَ لاَ يَسْكُتُ يَقُولُ « أَيُّهَا النَّاسُ قُولُوا لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ تُفْلِحُوا ».

 إِلاَّ أَنَّ ورَاءَهُ رَجُلاً أَحْوَلَ وَضِيءَ الْوَجْهِ ذُو غَدِيرَتَيْنِ يَقُولُ إِنَّهُ صَابِئٌ كَاذِبٌ.

 فَقُلْتُ َمنْ هَذَا قَالُوا ُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ وَهُوَ يَذْكُرُ النُّبُوَّةَ. قُلْتُ مَنْ هَذَا الَّذِى يُكَذِّبُهُ قَالُوا َمُّهُ أَبُو لَهَبٍ) رواه احمد. 

"Resûlullah'ı (s.a.v.) Zilmecez çarşısında gözlerimle gördüm: 'Ey insanlar, 'Allah'tan başka ilah yoktur' deyin. O zaman kurtuluşa erersiniz."

Etrafında insanlar toplanırken vadilerine girer. Hiç kimsenin bir şey söylediğini görmedim. "Ey insanlar, 'Allah'tan başka ilah yoktur' deyin, o zaman kurtuluşa erersiniz." demeyi hiç bırakmazdı.

Ancak arkasında, iki uzun saç tutamı olan, şaşı gözlü, nur yüzlü, yalancı bir Sabiî olduğunu iddia eden bir adam vardır.

"Bu kimdir?" diye sordum. "Muhammed bin Abdullah'tır ve peygamberlikten bahsediyor." dediler. "Onu inkâr eden kimdir?" dedim. "Annesi Ebu Leheb'dir." dediler. İmam Ahmed rivayet etmiştir. 

İbn Abbas'ın rivayetine göre, 

وعَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ مَرِضَ أَبُو طَالِبٍ فَجَاءَتْهُ قُرَيْشٌ وَجَاءَهُ النَّبِيُّ -صلى الله عليه وسلم- وَعِنْدَ أَبِى طَالِبٍ مَجْلِسُ رَجُلٍ فَقَامَ أَبُو جَهْلٍ كَيْ يَمْنَعَهُ وَشَكَوْهُ إِلَى أَبِى طَالِبٍ فَقَالَ يَا ابْنَ أَخِي مَا تُرِيدُ مِنْ قَوْمِكَ قَالَ « إِنِّي أُرِيدُ مِنْهُمْ كَلِمَةً وَاحِدَةً تَدِينُ لَهُمْ بِهَا الْعَرَبُ وَتُؤَدِّى إِلَيْهِمُ الْعَجَمُ الْجِزْيَةَ ».

 قَالَ كَلِمَةً وَاحِدَةً قَالَ « كَلِمَةً وَاحِدَةً ». قَالَ « يَا عَمِّ قُولُوا لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ ». 

فَقَالُوا إِلَهًا وَاحِدًا (مَا سَمِعْنَا بِهَذَا فِي الْمِلَّةِ الآخِرَةِ إِنْ هَذَا إِلاَّ اخْتِلاَقٌ) قَالَ فَنَزَلَ فِيهِمُ الْقُرْآنُ 

"Ebu Talib hastalandı ve Kureyşliler ile Peygamber (s.a.v.) yanına geldiler. Bir adam Ebu Talib'in yanında oturuyordu. 

Bunun üzerine Ebu Cehil ayağa kalkıp onu durdurdu. Ebu Talib'e şikâyette bulundular. Ebu Talib, Peygamberimize "Ey kardeşimin oğlu, kavminden ne istiyorsun?" diye sordu. 

Hz. Peygamber, "Onlardan tek bir kelime istiyorum ki, onunla Araplar onlara boyun eğsin, Arap olmayanlar da cizye ödesin." dedi.

Tek bir kelime söyledi. "Tek bir kelime." dedi. "Amca, de ki: 'Allah'tan başka ilah yoktur.' dedi."

"Tek bir ilah." Öyle mi dediler. (Biz sonraki dinlerde böyle bir şey duymadık. 

Bu, uydurmadan başka bir şey değildir.) Bunun üzerine onlar hakkında Kur'an vahyedildi. 

       Allah Teala şöyle buyurdu:

ص وَالْقُرْاٰنِ ذِى الذِّكْرِ

Sad suresi 38.1 Sâd. O şanlı, şerefli Kur'an'a andolsun (ki o, Allah sözüdür).

بَلِ الَّذٖينَ كَفَرُوا فٖى عِزَّةٍ وَشِقَاقٍ

Sad suresi 38.2 Fakat inkâr edenler bir büyüklenme ve ayrılık içindedirler. 

كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ قَرْنٍ فَنَادَوْا وَلَاتَ حٖينَ مَنَاصٍ

Sad suresi 38.3 Biz onlardan önce nice nesilleri helâk ettik. Onlar da feryat ettiler, ama artık kurtuluş zamanı değildi.

وَعَجِبُوا اَنْ جَاءَهُمْ مُنْذِرٌ مِنْهُمْ وَقَالَ الْكَافِرُونَ هٰذَا سَاحِرٌ كَذَّابٌ

Sad suresi 38.4 Kâfirler, kendilerine içlerinden bir uyarıcının gelmesine şaştılar ve şöyle dediler: "Bu, yalancı bir sihirbazdır."

اَجَعَلَ الْاٰلِهَةَ اِلٰهًا وَاحِدًا اِنَّ هٰذَا لَشَیْءٌ عُجَابٌ

Sad suresi 38.5 "İlâhları bir tek ilâh mı yaptı? Gerçekten bu çok tuhaf bir şey!"

وَانْطَلَقَ الْمَلَاُ مِنْهُمْ اَنِ امْشُوا وَاصْبِرُوا عَلٰى اٰلِهَتِكُمْ اِنَّ هٰذَا لَشَیْءٌ يُرَادُ

Sad suresi 38.6 Onlardan ileri gelenler, yerlerinden kalkarak dediler ki: “Yürüyün, tanrılarınıza bağlı kalın. Çünkü bu, arzu edilen bir şeydir!”

مَا سَمِعْنَا بِهٰذَا فِى الْمِلَّةِ الْاٰخِرَةِ اِنْ هٰذَا اِلَّا اخْتِلَاقٌ

Sad suresi 38.7 “Biz böyle bir şeyi, son dinde de işitmedik. Bu, uydurulmuş yalandan başka bir şey değildir.”

Resûlullah onlara asık suratlı bakmadı. Toplantılarını bölmedi. Onlara kibirli ve düşmanca bir bakışla bakmadı.

Bunun yerine onlara karşı yumuşak ve şefkatliydi. Onlara dünya saltanatını ve ahiret saadetini vaat ediyordu.

Üçüncüsü: Resûlullah'ın müşriklerle diyaloğu, birçok ayette bahsedilen Kur'an usulüne uygundu.

Bu hususta Allah Teala şöyle buyurdu:

قُلْ مَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ قُلِ اللّٰهُ وَاِنَّا اَوْ اِيَّاكُمْ لَعَلٰى هُدًى اَوْ فٖى ضَلَالٍ مُبٖينٍ

Sebe suresi 34.24 De ki: "Size göklerden ve yerden kim rızık verir?" De ki: "Allah. O hâlde, ya biz hidayet veya apaçık bir sapıklık üzereyiz, ya da siz!"

قُلْ لَا تُسْئَلُونَ عَمَّا اَجْرَمْنَا وَلَا نُسْئَلُ عَمَّا تَعْمَلُونَ

Sebe suresi 34.25 De ki: "Bizim işlediğimiz suçlardan siz sorumlu tutulmazsınız. Sizin işlediklerinizden de biz sorumlu tutulmayız."

قُلْ يَجْمَعُ بَيْنَنَا رَبُّنَا ثُمَّ يَفْتَحُ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَهُوَ الْفَتَّاحُ الْعَلٖيمُ

Sebe suresi 34.26 De ki: "Rabbimiz hepimizi kıyamet günü bir araya toplayacak, sonra da aramızda hak ile hüküm verecektir. O, gerçeği apaçık ortaya koyan, hakkıyla bilendir."

Bu, şüphesiz mümkün olan en rafine temiz diyalog yoludur. Hiçbir fanatizm veya bağnazlık izi taşımaz. Aksine karşı tarafa karşı en üst düzeyde nezaket ve saygı gösterir.

Dördüncüsü: Allah Resûlü'nün (s.a.v.) düşmanlarına karşı gösterdiği sabır.

Urve b. Zübeyr'in rivayetine göre, o şöyle demiştir: 

 فعن عُرْوَةُ بْنُ الزُّبَيْرِ قَالَ سَأَلْتُ ابْنَ عَمْرِو بْنِ الْعَاصِ أَخْبِرْنِي بِأَشَدِّ شَيْءٍ صَنَعَهُ الْمُشْرِكُونَ بِالنَّبِيِّ – صلى الله عليه وسلم – قَالَ بَيْنَا النَّبِيُّ – صلى الله عليه وسلم – يُصَلِّى فِي حِجْرِ الْكَعْبَةِ إِذْ أَقْبَلَ عُقْبَةُ بْنُ أَبِى مُعَيْطٍ 

 فَوَضَعَ ثَوْبَهُ فِي عُنُقِهِ فَخَنَقَهُ خَنْقًا شَدِيدًا ، فَأَقْبَلَ أَبُو بَكْرٍ حَتَّى أَخَذَ بِمَنْكِبِهِ وَدَفَعَهُ عَنِ النَّبِيِّ – صلى الله عليه وسلم – 

"İbn Amr b. Âs'a, 'Müşriklerin Resûlullah (s.a.v.)'e yaptıkları en kötü şeyi bana anlat' diye sordum. Resûlullah (s.a.v.) Kabe'nin Hicr'inde namaz kılarken, Ukbe b. Ebî Muayt yaklaştı.

Elbisesini Hz. Peygamberin boynuna doladı ve onu vahşice boğmaya çalıştı. Sonra Ebû Bekir öne çıktı ve Ukbe b. Ebî Muayt omuzundan tutarak Resûlullah'tan (s.a.v.) uzaklaştırdı.

       Allah Teala şöyle buyurdu:

وَقَالَ رَجُلٌ مُؤْمِنٌ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَكْتُمُ اٖيمَانَهُ اَتَقْتُلُونَ رَجُلًا اَنْ يَقُولَ رَبِّىَ اللّٰهُ وَقَدْ جَاءَكُمْ بِالْبَيِّنَاتِ مِنْ رَبِّكُمْ وَاِنْ يَكُ كَاذِبًا فَعَلَيْهِ كَذِبُهُ وَاِنْ يَكُ صَادِقًا يُصِبْكُمْ بَعْضُ الَّذٖى يَعِدُكُمْ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدٖى مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ كَذَّابٌ

Mümin suresi 40.28 Firavun ailesinden, imanını gizlemekte olan mü'min bir adam şöyle dedi: "Rabbim Allah'tır, dediği için bir adamı öldürecek misiniz? Hâlbuki o, size Rabbinizden apaçık mucizeler getirdi. Eğer yalancı ise, yalanı kendi aleyhinedir. Eğer doğru söylüyorsa, sizi tehdit ettiği şeylerin bir kısmı başınıza gelecektir. Şüphesiz Allah, aşırı giden, yalancılık eden kimseyi doğru yola eriştirmez." Hadisi İmam Buharı rivayet etti.

Ayrıca, Hz. Peygambere Allah ona rahmet etsin ve esenlik versin, masum olduğu halde büyücülük ve delilikle suçlayarak, getirdiği, Âlemlerin Rabbinden gelen hakikati daha da küçümsemeye çalıştılar. 

İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, 

 فعَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ أَنَّ ضِمَادًا قَدِمَ مَكَّةَ وَكَانَ مِنْ أَزْدِ شَنُوءَةَ وَكَانَ يَرْقِى مِنْ هَذِهِ الرِّيحِ فَسَمِعَ سُفَهَاءَ مِنْ أَهْلِ مَكَّةَ يَقُولُونَ إِنَّ مُحَمَّدًا مَجْنُونٌ. 

فَقَالَ لَوْ أَنِّى رَأَيْتُ هَذَا الرَّجُلَ لَعَلَّ اللَّهَ يَشْفِيهِ عَلَى يَدَىَّ – قَالَ – فَلَقِيَهُ فَقَالَ يَا مُحَمَّدُ إِنِّى أَرْقِى مِنْ هَذِهِ الرِّيحِ وَإِنَّ اللَّهَ يَشْفِى عَلَى يَدِى مَنْ شَاءَ فَهَلْ لَكَ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- « إِنَّ الْحَمْدَ لِلَّهِ نَحْمَدُهُ وَنَسْتَعِينُهُ مَنْ يَهْدِهِ اللَّهُ فَلاَ مُضِلَّ لَهُ وَمَنْ يُضْلِلْ فَلاَ هَادِىَ لَهُ

وَأَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ 

أَمَّا بَعْدُ) قَالَ فَقَالَ أَعِدْ عَلَىَّ كَلِمَاتِكَ هَؤُلاَءِ. فَأَعَادَهُنَّ عَلَيْهِ رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- ثَلاَثَ مَرَّاتٍ – 

قَالَ – فَقَالَ لَقَدْ سَمِعْتُ قَوْلَ الْكَهَنَةِ وَقَوْلَ السَّحَرَةِ وَقَوْلَ الشُّعَرَاءِ فَمَا سَمِعْتُ مِثْلَ كَلِمَاتِكَ هَؤُلاَءِ 

وَلَقَدْ بَلَغْنَ نَاعُوسَ الْبَحْرِ – قَالَ – فَقَالَ هَاتِ يَدَكَ أُبَايِعْكَ عَلَى الإِسْلاَمِ – قَالَ – فَبَايَعَهُ.

فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- « وَعَلَى قَوْمِكَ ». قَالَ وَعَلَى قَوْمِي – قَالَ – فَبَعَثَ رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- سَرِيَّةً فَمَرُّوا بِقَوْمِهِ فَقَالَ صَاحِبُ السَّرِيَّةِ لِلْجَيْشِ هَلْ أَصَبْتُمْ مِنْ هَؤُلاَءِ شَيْئًا فَقَالَ رَجُلٌ مِنَ الْقَوْمِ أَصَبْتُ مِنْهُمْ مِطْهَرَةً. فَقَالَ رُدُّوهَا فَإِنَّ هَؤُلاَءِ قَوْمُ ضِمَادٍ) رواه مسلم . 

Ezd Şenua kabilesinden Dimad adlı bir adam Mekke'ye geldi ve bu kuvvetli rüzgarı iyileştirmek için büyüler okudu. Mekke halkından bazı ahmakların "Muhammed delirdi" dediklerini duydu.

İbn Abbas, "Keşke bu adamı görebilseydim de, belki Allah onu benim elimle iyileştirirdi" dedi. Ravi dedi ki: "Bunun üzerine onunla Hz. Peygamberle karşılaştı ve şöyle dedi: 'Ey Muhammed! Ben bu rüzgara rukye (dua ile tedavi) yaparım. Allah dilediğine benim elimle şifa verir. Bunu ister misin?'" Allah Resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Hamd Allah'a mahsustur. Ona hamd eder ve O'ndan yardım dileriz. Allah kime hidayet ederse onu kimse saptıramaz. Kimi de saptırırsa onu kimse hidayet edemez."

Ve ben şahadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur, tektir, ortağı yoktur ve Muhammed O'nun kulu ve elçisidir.

Sonrakilere gelince, "Bu sözlerini bana tekrarla" dedi. Allah Resulü (s.a.v.) bunları ona üç kez tekrarladı.

"Kâhinlerin, sihirbazların ve şairlerin sözlerini duydum, ama senin gibisini hiç duymadım" dedi.

Denizin derinliklerine ulaştılar. "Elini ver de sana İslam üzere biat edeyim" dedi. Dimmad da ona Peygambere biat etti. 

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) "Senin kavminin üzerine olsun." buyurdu. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir müfreze gönderdi ve onlar kavminin yanından geçtiler. 

Müfreze komutanı orduya, "Bu kavimden bir şey ele geçirdiniz mi?" diye sordu. Kavimden bir adam, "Onlardan bir su kabı ele geçirdim." dedi. Adam, "Geri verin, çünkü bunlar Dimad halkıdır." dedi. Hadisi Müslim rivayet etmiştir.

Allah Resûlü'ne (s.a.v.) yapılan eziyet, amcası Ebû Tâlib'in vefatından sonra daha da şiddetlendi. 

İbn Hişam şöyle anlatır:

 فيروي ابن هشام قائلاً: “فلما مات أبو طالبٍ نالت قريشٌ من رسول الله من الأذى ما لم تكن تطمع به في حياة أبي طالبٍ، حتى اعترضه سفيهٌ من سفهاء قريشٍ، فنثر على رأسه ترابًا…

 فلمَّا دخل رسول الله بيته والتراب على رأسه، فقامت إليه إحدى بناته، فجعلت تغسل عنه التراب وهي تبكي، ورسول الله يقول لها: “لا تَبْكِي يَا بُنَيَّةِ؛ فَإِنَّ اللهَ مَانِعٌ أَبَاكِ” .

"Ebû Tâlib vefat ettiğinde, Kureyşliler, Allah Resûlü'ne, Ebû Tâlib'in hayatında hiç cesaret edemedikleri bir şekilde eziyet ettiler. Akılsız Kureyşlilerden biri Peygamberi yakaladı ve başına toprak attı...

Allah Resûlü (s.a.v.) başında toprakla evine girdiğinde, kızlarından biri ayağa kalkıp ağlayarak üzerindeki toprağı yıkamaya başladı. Allah Resûlü (s.a.v.) ona, "Ağlama kızım, çünkü Allah babanı koruyacaktır." buyurdu.

Bazılarını zikrettiğimiz bu kötü muamelelere rağmen, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) onlarla alışveriş yapmayı yasaklamamış, aksine onlara iyi davranmaya, hatta alışveriş yapmaya devam etmiştir. 

Bunun kanıtı, Kureyş'in Peygamber Efendimiz'in peygamberliğinin yedinci yılında Müslümanlara uyguladığı haksız ekonomik ambargodur. 

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), onlara duyduğu derin merhamet ve ilgiden dolayı Allah'tan onları yok etmesini istememiştir.

Buhari ve Müslim’de de, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) eşi Hz. Aişe'nin (r.a.) Peygamber'e (s.a.v.) şöyle dediğini rivayet etmiştir: 

 ففي الصحيحين (أَنَّ عَائِشَةَ – رضى الله عنها – زَوْجَ النَّبِيِّ – صلى الله عليه وسلم – حَدَّثَتْهُ أَنَّهَا قَالَتْ لِلنَّبِيِّ – صلى الله عليه وسلم – هَلْ أَتَى عَلَيْكَ يَوْمٌ كَانَ أَشَدَّ مِنْ يَوْمِ أُحُدٍ قَالَ « لَقَدْ لَقِيتُ مِنْ قَوْمِكِ مَا لَقِيتُ ، وَكَانَ أَشَدُّ مَا لَقِيتُ مِنْهُمْ يَوْمَ الْعَقَبَةِ ، إِذْ عَرَضْتُ نَفْسِى عَلَى ابْنِ عَبْدِ يَالِيلَ بْنِ عَبْدِ كُلاَلٍ ،

 فَلَمْ يُجِبْنِي إِلَى مَا أَرَدْتُ ، فَانْطَلَقْتُ وَأَنَا مَهْمُومٌ عَلَى وَجْهِى ، فَلَمْ أَسْتَفِقْ إِلاَّ وَأَنَا بِقَرْنِ الثَّعَالِبِ ، فَرَفَعْتُ رَأْسِي ، فَإِذَا أَنَا بِسَحَابَةٍ قَدْ أَظَلَّتْنِي ، فَنَظَرْتُ فَإِذَا فِيهَا جِبْرِيلُ فَنَادَانِي فَقَالَ إِنَّ اللَّهَ قَدْ سَمِعَ قَوْلَ قَوْمِكَ لَكَ وَمَا رَدُّوا عَلَيْكَ ، وَقَدْ بَعَثَ إِلَيْكَ مَلَكَ الْجِبَالِ لِتَأْمُرَهُ بِمَا شِئْتَ فِيهِمْ ، فَنَادَانِي مَلَكُ الْجِبَالِ ، فَسَلَّمَ عَلَىَّ ثُمَّ قَالَ يَا مُحَمَّدُ ، فَقَالَ ذَلِكَ فِيمَا شِئْتَ ، إِنْ شِئْتَ أَنْ أُطْبِقَ عَلَيْهِمِ الأَخْشَبَيْنِ ،

 فَقَالَ النَّبِيُّ – صلى الله عليه وسلم – بَلْ أَرْجُو أَنْ يُخْرِجَ اللَّهُ مِنْ أَصْلاَبِهِمْ مَنْ يَعْبُدُ اللَّهَ وَحْدَهُ لاَ يُشْرِكُ بِهِ شَيْئًا »

"Uhud gününden daha zor bir gün sizin için hiç oldu mu?" Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ben senin kavminden karşılaştıklarımla karşılaştım. Onlardan karşılaştığım en zor şey, İbn Abdelîl İbn Abdülâl'in huzuruna çıktığım Akabe günüydü. Fakat o, isteğime cevap vermedi." 

Bunun üzerine yola çıktım, endişelendim ve Karnü's-Salib'e varana kadar uyanamadım. Başımı kaldırdım ve üzerime gölge düşüren bir bulut gördüm.

       Baktım ve içinde Cebrail'i gördüm. Beni çağırdı ve şöyle dedi: "Allah, kavminin sana söylediklerini ve sana verdikleri cevabı duydu. Sana Dağlar Meleği'ni gönderdi ki, onlara dilediğini yapmasını emredesin." 

Sonra Dağlar Meleği beni çağırdı. Bana selam verdi ve "Ey Muhammed!" dedi. "Dilediğin gibi olsun. Dilersen üzerlerine iki odun parçası örterim." dedi. (Onları helak ederim.)

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Aksine, Allah'ın onların bellerinden soylarından yalnızca Allah'a ibadet eden, O'na Allaha hiçbir şeyi ortak koşmayan kimseler çıkarmasını umuyorum."

Kendisini öldürmek isteyen kâfirleri affettiğine dair örnekler arasında şunlar vardır.

Buhari'de (Cabir bin Abdullah -Allah ikisinden de razı olsun- Resûlullah -Allah ona salât ve selâm etsin- ile birlikte Necid'e doğru bir sefere çıktığını rivayet eder. 

 ففي البخاري (جَابِرَ بْنَ عَبْدِ اللَّهِ – رضى الله عنهما – أَخْبَرَ أَنَّهُ غَزَا مَعَ رَسُولِ اللَّهِ – صلى الله عليه وسلم – قِبَلَ نَجْدٍ ، فَلَمَّا قَفَلَ رَسُولُ اللَّهِ – صلى الله عليه وسلم – قَفَلَ مَعَهُ ، فَأَدْرَكَتْهُمُ الْقَائِلَةُ فِي وَادٍ كَثِيرِ الْعِضَاهِ ، فَنَزَلَ رَسُولُ اللَّهِ – صلى الله عليه وسلم – وَتَفَرَّقَ النَّاسُ يَسْتَظِلُّونَ بِالشَّجَرِ ، فَنَزَلَ رَسُولُ اللَّهِ – صلى الله عليه وسلم – تَحْتَ سَمُرَةٍ وَعَلَّقَ بِهَا سَيْفَهُ وَنِمْنَا نَوْمَةً ، فَإِذَا رَسُولُ اللَّهِ – صلى الله عليه وسلم – يَدْعُونَا وَإِذَا عِنْدَهُ أَعْرَابِيٌّ فَقَالَ « إِنَّ هَذَا اخْتَرَطَ عَلَىَّ سَيْفِي وَأَنَا نَائِمٌ ، فَاسْتَيْقَظْتُ وَهْوَ فِي يَدِهِ صَلْتًا » . فَقَالَ مَنْ يَمْنَعُكَ مِنِّى فَقُلْتُ « اللَّهُ » . ثَلاَثًا وَلَمْ يُعَاقِبْهُ وَجَلَسَ ). وكان صلى الله عليه وسلم وفيا في عهوده ومواثيقه حتى مع أعدائه ، 

Resûlullah -Allah ona salât ve selâm etsin- dönünce, onunla birlikte geri döner. Sonra akşam vakti, dikenli ağaçların bulunduğu bir vadide onları yakaladı. 

Resûlullah -Allah ona salât ve selâm etsin- durdu ve insanlar ağaçların altında gölgelenmek üzere dağıldılar. Resûlullah -Allah ona salât ve selâm etsin- bir semâre ağacının altında durdu ve kılıcını ona astı. Biz de uyuduk. 

Bir gece Resûlullah -Allah'ın salât ve selâmı onun üzerine olsun- bizi çağırdı. Yanında bir bedevi vardı. "Bu adam ben uyurken kılıcını çekti. Uyandığımda kılıcını elinde kınından çıkmış buldum." dedi. "Sizi benden kim koruyabilir?" dedi. Ben üç kere "Allah" dedim, fakat ona ceza vermedi ve oturdu. 

Resûlullah (Allah'ın salât ve selâmı onun üzerine olsun) (Allah'ın selamı üzerine olsun) düşmanlarına karşı bile ahit ve anlaşmalarına sadık kalmıştır. 

Müslim’de Huzeyfe b. el-Yeman şöyle demiştir: 

ففي مسلم (حُذَيْفَةُ بْنُ الْيَمَانِ قَالَ مَا مَنَعَنِي أَنْ أَشْهَدَ بَدْرًا إِلاَّ أَنِّى خَرَجْتُ أَنَا وَأَبِى – حُسَيْلٌ – قَالَ فَأَخَذَنَا كُفَّارُ قُرَيْشٍ قَالُوا إِنَّكُمْ تُرِيدُونَ مُحَمَّدًا فَقُلْنَا مَا نُرِيدُهُ مَا نُرِيدُ إِلاَّ الْمَدِينَةَ. فَأَخَذُوا مِنَّا عَهْدَ اللَّهِ وَمِيثَاقَهُ لَنَنْصَرِفَنَّ إِلَى الْمَدِينَةِ وَلاَ نُقَاتِلُ مَعَهُ فَأَتَيْنَا رَسُولَ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- فَأَخْبَرْنَاهُ الْخَبَرَ فَقَالَ « انْصَرِفَا نَفِى لَهُمْ بِعَهْدِهِمْ وَنَسْتَعِينُ اللَّهَ عَلَيْهِمْ ». وفي قصة اسلام ثمامة بن أثال خير دليل على حسن معاملة الرسول صلى الله عليه وسلم لغير المسلمين ،

       “Beni Bedir’e şahit olmaktan alıkoyan şey, babam Huzayl ile birlikte çıktığımız sırada Kureyşli kâfirlerin bizi yakalamasıydı. 

Onlar ‘Siz Muhammed’i istiyorsunuz’ dediler. Biz de ‘Biz onu istemiyoruz. Sadece Medine’yi istiyoruz’ dedik. Onlar bizden Medine’ye döneceğimize ve Peygamber ile birlikte savaşmayacağımıza dair Allah’tan bir söz ve biat aldılar. 

Bunun üzerine Allah Resulü’ne -Allah ona salat ve selam etsin- geldik. Biz de ona haberi verdik. Hz. Peygamber de şöyle buyurdu: ‘Geri dönün ve onlara verdiğiniz sözü yerine getirin. Onlara karşı Allah’tan yardım dileriz.’ 

Bu olay Semâme b. Essel’in İslam’a girmesinin hikâyesi, Peygamber’in (s.a.v.) gayrimüslimlere karşı iyi muamelesinin en güzel delilidir.

İki Sahihte: Buhari ve Müslimde (Sa`id İbn Ebî Sa`id, Ebû Hüreyre'nin (r.a.) şöyle dediğini işittiğini söyledi: 

ففي الصحيحين : (قال سَعِيدُ بْنُ أَبِى سَعِيدٍ أَنَّهُ سَمِعَ أَبَا هُرَيْرَةَ – رضى الله عنه – قَالَ بَعَثَ النَّبِىُّ – صلى الله عليه وسلم – خَيْلاً قِبَلَ نَجْدٍ ، فَجَاءَتْ بِرَجُلٍ مِنْ بَنِى حَنِيفَةَ يُقَالُ لَهُ ثُمَامَةُ بْنُ أُثَالٍ ، فَرَبَطُوهُ بِسَارِيَةٍ مِنْ سَوَارِي الْمَسْجِدِ ، فَخَرَجَ إِلَيْهِ النَّبِيُّ – صلى الله عليه وسلم – فَقَالَ « مَا عِنْدَكَ يَا ثُمَامَةُ » . فَقَالَ عِنْدِي خَيْرٌ يَا مُحَمَّدُ ، إِنْ تَقْتُلْنِي تَقْتُلْ ذَا دَمٍ ، وَإِنْ تُنْعِمْ تُنْعِمْ عَلَى شَاكِرٍ ، وَإِنْ كُنْتَ تُرِيدُ الْمَالَ فَسَلْ مِنْهُ مَا شِئْتَ . حَتَّى كَانَ الْغَدُ ثُمَّ قَالَ لَهُ « مَا عِنْدَكَ يَا ثُمَامَةُ » . قَالَ مَا قُلْتُ لَكَ إِنْ تُنْعِمْ تُنْعِمْ عَلَى شَاكِرٍ . فَتَرَكَهُ حَتَّى كَانَ بَعْدَ الْغَدِ ، فَقَالَ « مَا عِنْدَكَ يَا ثُمَامَةُ » . فَقَالَ عِنْدِي مَا قُلْتُ لَكَ . فَقَالَ « أَطْلِقُوا ثُمَامَةَ » ، فَانْطَلَقَ إِلَى نَخْلٍ قَرِيبٍ مِنَ الْمَسْجِدِ فَاغْتَسَلَ ثُمَّ دَخَلَ الْمَسْجِدَ فَقَالَ أَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ ، وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ ، يَا مُحَمَّدُ وَاللَّهِ مَا كَانَ عَلَى الأَرْضِ وَجْهٌ أَبْغَضَ إِلَىَّ مِنْ وَجْهِكَ ، فَقَدْ أَصْبَحَ وَجْهُكَ أَحَبَّ الْوُجُوهِ إِلَىَّ ، وَاللَّهِ مَا كَانَ مِنْ دِينٍ أَبْغَضَ إِلَىَّ مِنْ دِينِكَ ، فَأَصْبَحَ دِينُكَ أَحَبَّ الدِّينِ إِلَىَّ ، وَاللَّهِ مَا كَانَ مِنْ بَلَدٍ أَبْغَضُ إِلَىَّ مِنْ بَلَدِكَ ، فَأَصْبَحَ بَلَدُكَ أَحَبَّ الْبِلاَدِ إِلَىَّ ، وَإِنَّ خَيْلَكَ أَخَذَتْنِى وَأَنَا أُرِيدُ الْعُمْرَةَ ، فَمَاذَا تَرَى فَبَشَّرَهُ رَسُولُ اللَّهِ – صلى الله عليه وسلم – وَأَمَرَهُ أَنْ يَعْتَمِرَ ، فَلَمَّا قَدِمَ مَكَّةَ قَالَ لَهُ قَائِلٌ صَبَوْتَ . قَالَ لاَ ، وَلَكِنْ أَسْلَمْتُ مَعَ مُحَمَّدٍ رَسُولِ اللَّهِ – صلى الله عليه وسلم – ، وَلاَ وَاللَّهِ لاَ يَأْتِيكُمْ مِنَ الْيَمَامَةِ حَبَّةُ حِنْطَةٍ حَتَّى يَأْذَنَ فِيهَا النَّبِيُّ – صلى الله عليه وسلم -) ،

Resûlullah (s.a.v.) Necid'e doğru atlı birlikler gönderdi. Onlar, Benî Hanife'den Sümâme İbn Üsal adında bir adam getirip onu mescidin direklerinden birine bağladılar. Resûlullah (s.a.v.) dışarı çıkıp ona: "Neyin var Sümâme?" diye sordu.

O: "Bende daha iyisi var, ey Muhammed. Beni öldürürsen, kan davası güden birini öldürürsün. İyilik edersen şükreden kimseye iyilik etmiş olursun. Mal istersen ondan istediğini iste. 

Ertesi güne kadar. Sonra ona: "Neyin var Sümâme?" diye sordu. O da: "Sana, iyilik edersen şükreden kimseye iyilik etmiş olursun demedim." dedi. 

Sonra onu ertesi güne kadar bıraktı. Sonra, “Ne var sende ey Sümâme?” diye sordu. O da, “Sana söylediğim var.” dedi. 

Sonra, “Sümâme’yi bırak.” dedi. Bunun üzerine caminin yakınındaki bir hurmalığa gitti. Yıkandı. Sonra camiye girdi ve “Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve yine şahitlik ederim ki Muhammed Allah’ın Resulüdür. 

Ey Muhammed! Allah’a yemin ederim ki, yeryüzünde senin yüzünden daha buğzedici bir yüz yoktu. Ama şimdi senin yüzün bana yüzlerin en sevgilisi oldu. Allah’a yemin ederim ki, senin dininden daha buğzedici nefret ettirici bir din yoktu. Ama şimdi senin dinin bana ülkelerin en sevgilisi oldu.” 

Din bana sevgilidir. Allah’a yemin ederim ki, senin ülkenden daha buğzedici bir ülke yoktu. Ama şimdi senin ülken bana ülkelerin en sevgilisi oldu. Umre yapmaya niyetlendiğim sırada atların beni aldı. Ne dersin? Allah’ın Resulü (s.a.v.) ona müjde verdi ve umre yapmasını emretti. 

Mekke’ye vardığında birisi ona, “Sen aşık mı oldun? Oda “Hayır, ben Allah’ın Resulü Muhammed (s.a.v.) ile birlikte Müslüman oldum. Hayır, vallahi ben mürted olmayacağım…” dedi. Peygamber (s.a.v.) izin verinceye kadar Yemame’den sana bir buğday tanesi gelecektir. 

Ve işte burada, Hz. Peygamber Allah ona rahmet etsin ve barış versin. Çocuklarına merhametinden dolayı bir kâfir esiri serbest bırakıyor. 

Sünen-i Beyhaki'de, Said bin Müseyyeb'in şöyle dediği rivayet edilir: 

ففي سنن البيهقي (عَنْ سَعِيدِ بْنِ الْمُسَيَّبِ قَالَ : أَمَّنَ رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- مِنَ الأُسَارَى يَوْمَ بَدْرٍ أَبَا عَزَّةَ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ عَمْرِو بْنِ عُمَيْرٍ الْجُمَحِيَّ وَكَانَ شَاعِرًا وَكَانَ قَالَ لِلنَّبِيِّ -صلى الله عليه وسلم- يَا مُحَمَّدُ إِنَّ لِي خَمْسَ بَنَاتٍ لَيْسَ لَهُنَّ شَيْءٌ فَتَصَدَّقْ بِي عَلَيْهِنَّ فَفَعَلَ وَقَالَ أَبُو عَزَّةَ : أُعْطِيكَ مَوْثِقًا أَنْ لاَ أُقَاتِلَكَ وَلاَ أُكَثِّرَ عَلَيْكَ أَبَدًا فَأَرْسَلَهُ رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- فَلَمَّا خَرَجَتْ قُرَيْشٌ إِلَى أُحُدٍ جَاءَهُ صَفْوَانُ بْنُ أُمَيَّةَ فَقَالَ : اخْرُجْ مَعَنَا. فَقَالَ : إِنِّي قَدْ أَعْطَيْتُ مُحَمَّدًا مَوْثِقًا أَنْ لاَ أُقَاتِلَهُ. 

فَضَمِنَ صَفْوَانُ أَنْ يَجْعَلَ بَنَاتِهِ مَعَ بَنَاتِهِ إِنْ قُتِلَ وَإِنْ عَاشَ أَعْطَاهُ مَالاً كَثِيرًا فَلَمْ يَزَلْ بِهِ حَتَّى خَرَجَ مَعَ قُرَيْشٍ يَوْمَ أُحُدٍ فَأُسِرَ وَلَمْ يُؤْسَرْ غَيْرُهُ مِنْ قُرَيْشٍ

 فَقَالَ : يَا مُحَمَّدُ إِنَّمَا أُخْرِجْتُ كَرْهًا وَلِى بَنَاتٌ فَامْنُنْ عَلَىَّ. فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- :« أَيْنَ مَا أَعْطَيْتَنِي مِنَ الْعَهْدِ وَالْمِيثَاقِ لاَ وَاللَّهِ لاَ تَمْسَحُ عَارِضَيْكَ بِمَكَّةَ تَقُولُ سَخِرْتُ بِمُحَمَّدٍ مَرَّتَيْنَ ». 

Resûlullah (s.a.v.), Bedir Günü esirlerden biri olan Ebu Azze Abdullah bin Amr bin Umeyr el-Cumahi'ye eman verdi. Serbest bıraktı. Ebu Azze şairdi ve Resûlullah'a (s.a.v.) "Ey Muhammed, beş kızım var ve hiçbir şeyleri yok. Onlar adına bana sadaka ver." demişti. Ebu Azze de "Sana..." dedi. Yemin ederim ki bir daha asla seninle savaşmayacağım. Ve sana zulmetmeyeceğim. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) onu gönderdi. 

Kureyşliler Uhud'a doğru yola çıktıklarında Safvan bin Ümeyye yanına geldi ve "Bizimle çık." dedi. Safvan, "Muhammed'e asla onunla savaşmayacağıma dair söz verdim." dedi.

Safvan, öldürülürse kızlarını kızlarıyla birlikte vereceğine ve hayatta kalırsa ona yüklü miktarda para vereceğine dair söz verdi. Ta ki... Uhud günü Kureyşlilerle birlikte yola çıktı ve esir alındı. Başka hiçbir Kureyşli esir alınmadı.

"Ey Muhammed, ben sadece sürgün edildim ve kızlarım var, bana merhamet et." dedi. Resûlullah (s.a.v.) "Bana verdiğin ahit ve yemin nerede? Vallahi, Mekke'de yanaklarına dokunup 'Muhammed'le iki kez alay ettim' demeyeceksin." dedi.

Said bin Müseyyeb (r.a.) şöyle dedi: 

قَالَ سَعِيدُ بْنُ الْمُسَيَّبِ فَقَالَ النَّبِيُّ -صلى الله عليه وسلم- :« إِنَّ الْمُؤْمِنَ لاَ يُلْدَغُ مِنْ جُحْرٍ مَرَّتَيْنَ يَا عَاصِمُ بْنُ ثَابِتٍ قَدِّمْهُ فَاضْرِبْ عُنُقَهُ ». فَقَدَّمَهُ فَضَرَبَ عُنُقَهُ ). هكذا كان تعامل رسول الله مع مشركي قريش تعاملاً قائمًا على الرحمة والشفقة ما ينقض عهده ، وكان هذا دليلاً أكيدًا على نبوَّته؛ لأن رسول الله صلى الله عليه وسلم لم يتعامل مع مشركي قريش إلاَّ من منطلق المنهج الرباني الذي استقاه من القرآن الكريم.

"Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ey Asım bin Sabit, bir mümin aynı delikten iki kez sokulmaz. Onu getirin ve boynunu vurun." Bunun üzerine onu getirip boynunu vurun." 

Resûlullah (s.a.v.) Kureyş müşriklerine karşı bu şekilde muamele etti. Bu, ahdini bozmayan, merhamet ve şefkate dayalı bir muameleydi. Bu, onun peygamberliğinin açık bir deliliydi. Çünkü Resûlullah (s.a.v.) Kureyş müşrikleriyle sadece Kur'an-ı Kerim'den çıkardığı ilahi metodolojiye usule göre muamele etti.

Ey Müslümanlar!

Peygamber Medine'ye hicret ettikten sonra şehrin yöneticisi oldu. Şehirde onunla birlikte müşriklerden ve Yahudilerden oluşan gayrimüslim bir azınlık yaşıyordu.

İslam devleti genişledikçe, orada Hristiyan azınlıklar da ikamet etti.

Aynı şekilde, hepsi din özgürlüğüne sahipti. Her azınlık kendi ibadetlerini dilediği gibi yerine getiriyordu. Bu özgürlük, vahiy Peygamber'e indirildiğinden beri İslam tarafından bir ilke olarak tesis edilmişti. Böylece insanlık onun gölgesinde ilerleyip mutlu olabilirdi.

Peygamber'in hayatı, gayrimüslim azınlığın din özgürlüğünden yararlandığının en güzel şahididir. Mekke müşriklerinin elinde ilk asil sahabelerin çektiği acılara rağmen, zulüm ve işkence ateşine de göğüs geren Hz. Peygamber, kâfirlere ve müşriklere bu şekilde karşılık vermedi.

Allah kendisine zafer ve güç bahşettiğinde onlara aynı şekilde davranmadı. Allah'ın Kuran-ı Kerim'de buyurduğu gibi, henüz kabul etmedikleri bir inancı onlara dayatmaya asla razı olmamıştır.

وَلَوْ شَاءَ رَبُّكَ لَاٰمَنَ مَنْ فِى الْاَرْضِ كُلُّهُمْ جَمٖيعًا اَفَاَنْتَ تُكْرِهُ النَّاسَ حَتّٰى يَكُونُوا مُؤْمِنٖينَ

Yunus suresi 10.99 Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi elbette topyekûn iman ederlerdi. Böyle iken sen mi mü'min olsunlar diye, insanları zorlayacaksın?

İşte Resûlullah (s.a.v.)'in Müslümanlar için din özgürlüğü konusunda bir anayasa haline getirdiği uygulama budur. Bu gerçek, şu ayetin nüzul sebebi ile de teyit edilmektedir:

لَا اِكْرَاهَ فِى الدّٖينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَىِّ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللّٰهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰى لَا انْفِصَامَ لَهَا وَاللّٰهُ سَمٖيعٌ عَلٖيمٌ

Bakara suresi 2.256 Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O hâlde, kim tâğûtu tanımayıp Allah'a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

Ensar kabilesinden Beni Salim bin Avf'tan bir adamın, Resûlullah'ın (s.a.v.) peygamberliğinden önce Hristiyanlığa geçmiş iki oğlu olduğu rivayet edilir. Yanlarında yağ taşıyan bir grup Hristiyanla Medine'ye geldiler. 

Babaları, "İslam'a girmedikçe sizi rahat bırakmayacağım" diyerek çocuklarına yapıştı. Çocukları da bu teklifi kabul etmeyince, anlaşmazlıklarını Resûlullah'a (s.a.v.) taşıdılar. Resûlullah (s.a.v.), "Ey Allah'ın Resûlü, benden bazıları gözümün önünde cehenneme girecek mi?" diye sordu.

Bunun üzerine Yüce Allah, "Dinde zorlama yoktur" ayetini indirdi ve onları serbest bıraktı.

Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.), Hristiyanlığa geçmiş ancak kendisiyle ve Resûlullah (s.a.v.) ile dinlerinde ayrılığa düşmüş iki oğlunun babasına, onları ve inançlarını rahat bırakmasını ve ibadetlerini yapmalarına izin vermesini emretti. Oysa o iki çocuğun babalarına itaat etme hakları da vardı!

Resûlullah (s.a.v.), Medine'nin ilk anayasasında, Yahudilerin Müslümanlarla birlikte tek bir millet olduğunu kabul ederek din özgürlüğünü de tanımıştır. 

Yahudilerle olan muamele ve ahlakına gelince, Resûlullah (s.a.v.) döneminin tüm gayrimüslim mezhepleriyle antlaşmalar yapmış ve Yüce Allah'ın şu buyruğuna uyarak, onlara verdiği her söze sadık kalmıştır.

وَاَوْفُوا بِعَهْدِ اللّٰهِ اِذَا عَاهَدْتُمْ وَلَا تَنْقُضُوا الْاَيْمَانَ بَعْدَ تَوْكٖيدِهَا وَقَدْ جَعَلْتُمُ اللّٰهَ عَلَيْكُمْ كَفٖيلًا اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ

Nahl suresi 16.91 Antlaşma yaptığınız zaman, Allah'a karşı verdiğiniz sözü yerine getirin. Allah'ı kendinize kefil kılarak pekiştirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı bilir. 

İbn Kesir bu ayeti şöyle yorumluyor: "Bu, Yüce Allah'ın emirlerinden biridir: Ahde vefa ve ahidlere riayet etmek ve sağlam yeminleri korumak."

Resulullah'ın hayatı bu ilkeler üzerine kuruluydu. Ve ashabını bile bu ilkeler doğrultusunda yetiştirdi.

Resûlullah, onlara ahitlere verilen sözlere riayet etmenin değerini öğretirken şöyle buyurmuştur: 

فقال رسول الله : مُعَلِّمًا إياهم قيمة الوفاء بالعهد: “مَنْ كَانَ بَيْنَهُ وَبَيْنَ قَوْمٍ عَهْدٌ فَلاَ يَشُدُّ عُقْدَةً، وَلا يَحُلُّهَا، حَتَّى يَنْقَضِيَ أَمَدُهَا، أَوْ يَنْبِذَ إِلَيْهِمْ عَلَى سَوَاءٍ” رواه أحمد وأبو داود والبيهقي ،

"Kimin bir kavimle ahitleşmiş söz vermiş bir ahitliği varsa, süresi dolmadan veya eşit şartlarla ahitleşmeden önce onu ne sağlamlaştırmalı ne de bozmalıdır." Ahmed, Ebû Dâvud ve Beyhakî rivayet etmiştir.

Ahitleşme ve ahitleşmeleri verilen sözleri yerine getirmek, Müslümanın Rabbi huzurunda sorumlu tutulacağı dinî bir görevdir. 

Bu anlamla ilgili olarak, Şeyh Mahmud Şaltut, Müslümanlar için antlaşmaların değerini şöyle açıklar: (Bir antlaşmayı yerine getirmek, Müslümanın kendisi ve Allah arasında sorumlu tutulacağı dini bir görevdir. Bu antlaşmayı yerine getirmemek ihanet ve hıyanet olur.)

Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) Yahudilerle ilişkilerinin örnekleri arasında, onları Allah'a davet etme isteği de vardır.

Sahih-i Buhari'de, Sabit'ten, Enes'ten (r.a.) rivayet edildiğine göre, Hz. Enes şöyle demiştir: 

ففي صحيح البخاري (عَنْ ثَابِتٍ عَنْ أَنَسٍ – رضى الله عنه – قَالَ كَانَ غُلاَمٌ يَهُودِيٌّ يَخْدُمُ النَّبِيَّ – صلى الله عليه وسلم – فَمَرِضَ ، فَأَتَاهُ النَّبِيُّ – صلى الله عليه وسلم – يَعُودُهُ ، فَقَعَدَ عِنْدَ رَأْسِهِ فَقَالَ لَهُ « أَسْلِمْ » . فَنَظَرَ إِلَى أَبِيهِ وَهْوَ عِنْدَهُ فَقَالَ لَهُ أَطِعْ أَبَا الْقَاسِمِ – صلى الله عليه وسلم – . فَأَسْلَمَ ، فَخَرَجَ النَّبِيُّ – صلى الله عليه وسلم – وَهْوَ يَقُولُ « الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِى أَنْقَذَهُ مِنَ النَّارِ » ،

"Peygamber (s.a.v.)'e hizmet eden bir Yahudi çocuğu vardı ve hastalandı. Peygamber (s.a.v.) onu ziyarete geldi, başucuna oturdu ve ona, "Müslüman ol." dedi. Çocuk yanındaki babasına baktı ve babası ona, "Ebu'l-Kâsım'a Hz. Peygambere (s.a.v.) itaat et." dedi. Çocuk böylece Müslüman oldu.

Peygamber (s.a.v.) daha sonra, "Onu ateşten kurtaran Allah'a hamdolsun." diyerek oradan ayrıldı.

Resûlullah (s.a.v.), Medine'ye hicretinden hemen sonra, hayatının ilk günlerinde Medine Yahudileriyle bir antlaşma yaptı.

Bu, onun bir arada yaşama vizyonunun ve Müslüman olmayanlarla barış yapma arzusunun kesin bir kanıtıdır.

Bu belge, İslam devletinin -inşa ve kuruluş aşamalarının ilk dönemlerinde- tam bir özgürlük, başkalarına açıklık ve başkalarına saygı temelinde katılım ve bir arada yaşama becerisiyle karakterize edildiğini şüpheye yer bırakmayacak şekilde kanıtlamaktadır. İspatlamaktadır.

Bu belgenin hükümleri dikkatlice okunduğunda, başkalarını kabul ettiği ve onlar adına yasalar çıkardığı, Müslüman toplum üyeleri arasındaki yaşamlarını düzenlediği, haklarını koruduğu ve adaletsizlik olması durumunda onları koruduğu da ortaya çıkmaktadır.

Karşılaştıkları büyük zorluklara ve tekrarlanan komplolara rağmen, Resûlullah (s.a.v.) ve Müslümanlar, bu antlaşmanın şartlarını uygulamaya devam etmek konusunda istekliydiler. 

Resûlullah ve Müslümanlarla birlikte yaşayan Yahudilerle barış ve güvenlik içinde bir arada yaşamak, şehrin karakteristik bir özelliğiydi. Aralarında ticaret başladı ve şehirdeki Yahudi pazarları Müslümanlarla doldu.

En ünlü Yahudi pazarlarından biri Beni Kaynuka pazarıydı. Alışveriş, ancak birbirine güvenen insanlar arasında yapılabilirdi. 

Allah Resulü (sav), Medine'de yaşayan Müslüman ve gayrimüslim herkesle kaynaşır, onlarla oturur, sohbet eder ve onlar da onunla konuşurdu. Allah Resulü (sav), burada bir Yahudi'nin cenazesi için ayağa kalktı.

(İki Sahih'te: Buhari ve Müslim’de “Sehl ibn Huneyf ile Kays ibn Sa’d, Kadisiye’de Hz. Peygamber oturuyorlardı. 

( ففي الصحيحين (كَانَ سَهْلُ بْنُ حُنَيْفٍ وَقَيْسُ بْنُ سَعْدٍ قَاعِدَيْنِ بِالْقَادِسِيَّةِ ، فَمَرُّوا عَلَيْهِمَا بِجَنَازَةٍ فَقَامَا . فَقِيلَ لَهُمَا إِنَّهَا مِنْ أَهْلِ الأَرْضِ ، أَيْ مِنْ أَهْلِ الذِّمَّةِ فَقَالاَ إِنَّ النَّبِيَّ – صلى الله عليه وسلم – مَرَّتْ بِهِ جَنَازَةٌ فَقَامَ فَقِيلَ لَهُ إِنَّهَا جَنَازَةُ يَهُودِيٍّ . فَقَالَ « أَلَيْسَتْ نَفْسًا .

Yanlarından bir cenaze geçti. Bunun üzerine Peygamber ayağa kalktılar. Kendilerine, bunun o belde halkından, yani Misak Ehli’nden olduğu söylendi. 

Rivayet eden dediler ki: “Resulullah (s.a.v.)’in yanından bir cenaze geçti. O da Peygamberde ayağa kalktı. Kendisine, ‘Bu bir Yahudi’nin cenazesidir’ denildi. O da, Peygamberde ‘Bu bir insan ruhu değil mi?’ buyurdu.”

İşte Peygamber Efendimiz (s.a.v.), ümmetine gayrimüslimlere, hatta ölülerine bile saygı göstermeyi öğretiyor. Yahudilerle (s.a.v.) etkileşimleri arasında, kendilerine haksızlık edenleri affetmesi de vardı.

Sahih-i Buhari'de:

 ففي صحيح البخاري (أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ – صلى الله عليه وسلم – رَكِبَ عَلَى حِمَارٍ عَلَيْهِ قَطِيفَةٌ فَدَكِيَّةٌ وَأُسَامَةُ وَرَاءَهُ ، يَعُودُ سَعْدَ بْنَ عُبَادَةَ فِى بَنِى حَارِثِ بْنِ الْخَزْرَجِ قَبْلَ وَقْعَةِ بَدْرٍ ، فَسَارَا حَتَّى مَرَّا بِمَجْلِسٍ فِيهِ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أُبَىٍّ ابْنُ سَلُولَ ،

 وَذَلِكَ قَبْلَ أَنْ يُسْلِمَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أُبَىٍّ ، فَإِذَا فِى الْمَجْلِسِ أَخْلاَطٌ مِنَ الْمُسْلِمِينَ وَالْمُشْرِكِينَ عَبَدَةِ الأَوْثَانِ وَالْيَهُودِ ، وَفِى الْمُسْلِمِينَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ رَوَاحَةَ ،

 فَلَمَّا غَشِيَتِ الْمَجْلِسَ عَجَاجَةُ الدَّابَّةِ خَمَّرَ ابْنُ أُبَىٍّ أَنْفَهُ بِرِدَائِهِ وَقَالَ لاَ تُغَبِّرُوا عَلَيْنَا . 

فَسَلَّمَ رَسُولُ اللَّهِ – صلى الله عليه وسلم – عَلَيْهِمْ ، ثُمَّ وَقَفَ فَنَزَلَ فَدَعَاهُمْ إِلَى اللَّهِ وَقَرَأَ عَلَيْهِمُ الْقُرْآنَ ، 

فَقَالَ لَهُ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أُبَىٍّ ابْنُ سَلُولَ أَيُّهَا الْمَرْءُ لاَ أَحْسَنَ مِمَّا تَقُولُ إِنْ كَانَ حَقًّا ، فَلاَ تُؤْذِنَا بِهِ فِى مَجَالِسِنَا ، فَمَنْ جَاءَكَ فَاقْصُصْ عَلَيْهِ .

 قَالَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ رَوَاحَةَ بَلَى يَا رَسُولَ اللَّهِ فَاغْشَنَا فِى مَجَالِسِنَا فَإِنَّا نُحِبُّ ذَلِكَ . 

فَاسْتَبَّ الْمُسْلِمُونَ وَالْمُشْرِكُونَ وَالْيَهُودُ حَتَّى كَادُوا يَتَثَاوَرُونَ فَلَمْ يَزَلْ رَسُولُ اللَّهِ – صلى الله عليه وسلم – يَخْفِضُهُمْ حَتَّى سَكَتُوا ،

 ثُمَّ رَكِبَ رَسُولُ اللَّهِ – صلى الله عليه وسلم – دَابَّتَهُ فَسَارَ حَتَّى دَخَلَ عَلَى سَعْدِ بْنِ عُبَادَةَ ،

 فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ – صلى الله عليه وسلم – « أَيْ سَعْدُ أَلَمْ تَسْمَعْ مَا قَالَ أَبُو حُبَابٍ – يُرِيدُ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ أُبَىٍّ – قَالَ كَذَا وَكَذَا » .

 فَقَالَ سَعْدُ بْنُ عُبَادَةَ أَيْ رَسُولَ اللَّهِ بِأَبِي أَنْتَ ، اعْفُ عَنْهُ وَاصْفَحْ ، فَوَ الَّذِى أَنْزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ لَقَدْ جَاءَ اللَّهُ بِالْحَقِّ الَّذِى أَنْزَلَ عَلَيْكَ ،

 وَلَقَدِ اصْطَلَحَ أَهْلُ هَذِهِ الْبَحْرَةِ عَلَى أَنْ يُتَوِّجُوهُ وَيُعَصِّبُوهُ بِالْعِصَابَةِ ، فَلَمَّا رَدَّ اللَّهُ ذَلِكَ بِالْحَقِّ الَّذِى أَعْطَاكَ شَرِقَ بِذَلِكَ فَذَلِكَ فَعَلَ بِهِ مَا رَأَيْتَ .

 فَعَفَا عَنْهُ رَسُولُ اللَّهِ – صلى الله عليه وسلم – وَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ – صلى الله عليه وسلم – وَأَصْحَابُهُ يَعْفُونَ عَنِ الْمُشْرِكِينَ وَأَهْلِ الْكِتَابِ كَمَا أَمَرَهُمُ اللَّهُ ، وَيَصْبِرُونَ عَلَى الأَذَى ،

 Resûlullah (s.a.v.)'in, arkasında Üsâme'nin bulunduğu, ince kumaşlı bir eşeğe bindiği ve Bedir Savaşı'ndan önce Beni Haris İbnu'l-Hazrec ile birlikte Sa'd İbnu Ubâde'yi ziyaret ettiği rivayet edilir. Abdullah İbnu Übey İbnu Selûl'ün de bulunduğu bir topluluğun yanından geçene kadar yollarına devam ettiler.

Bu, Abdullah İbnu Übey'in Müslüman olmasından önceydi. O zamanlar, toplulukta Müslümanlar, müşrikler, putperestler ve Yahudilerden oluşan bir topluluk vardı. Müslümanlar arasında Abdullah İbnu Revâha da vardı.

Yük hayvanlarının gürültüsü meclisi kapladığında, İbn Übey cübbesiyle burnunu örttü ve "Üzerimize toz getirmeyin" dedi.

Resûlullah (s.a.v.) onları selamladı, sonra ayağa kalktı, atından indi, onları Allah'a çağırdı ve Kur'an okudu. Kur'an onların üzerindedir.

Abdullah bin Übey bin Selûl ona, "Ey adam, senin söylediğinden daha güzel bir şey yoktur. Eğer doğruysa, toplantılarımızda bizimle uğraşma. Kim sana gelirse, ona anlat." dedi.

Abdullah bin Revaha, "Evet, ey Allah'ın Resulü. Toplantılarımızda bizimle konuş, çünkü biz bunu severiz." dedi.

Müslümanlar, müşrikler ve Yahudiler, neredeyse kavga edecekleri noktaya kadar tartışmaya başladılar. Allah Resulü (s.a.v.), susana kadar onları sakinleştirmeye devam etti.

Sonra Allah Resulü (s.a.v.) bineğine bindi ve Sa'd bin Ubade'nin yanına varana kadar yürüdü.

Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ey Sa'd, Ebû Hubab'ın -yani Abdullah bin Übey'in- ne dediğini duymadın mı?" "Falanca..." Sa'd bin Ubade, "Ey Allah'ın Resûlü, babam sana feda olsun. Onu affet ve bağışla. Sana Kitabı indiren Allah'a yemin ederim ki, Allah sana indirdiği hakkı getirmiştir." dedi.

Bu deniz halkı Hz. Peygamberi taçlandırmayı ve başına bir taç takmayı kabul etmişti. Fakat Allah, sana verdiği hak ile ona karşılık verince, bundan hoşnut oldu ve gördüğün gibi ona böyle yaptı."

Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) onu affetti. Resûlullah (s.a.v.) ve ashabı, Allah'ın kendilerine emrettiği gibi müşrikleri ve Ehl-i Kitabı affeder ve eziyetlere sabrederlerdi.

       Allah Teala şöyle buyurdu:

لَتُبْلَوُنَّ فٖى اَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْ وَلَتَسْمَعُنَّ مِنَ الَّذٖينَ اُوتُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَمِنَ الَّذٖينَ اَشْرَكُوا اَذًى كَثٖيرًا وَاِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ ذٰلِكَ مِنْ عَزْمِ الْاُمُورِ

Al-i İmran suresi 3.186 Andolsun, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz. Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allah'a ortak koşanlardan üzücü birçok söz işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız bilin ki, bunlar (yapmaya değer) azmi gerektiren işlerdendir.

Allah Teala şöyle buyurdu:

وَدَّ كَثٖيرٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يَرُدُّونَكُمْ مِنْ بَعْدِ اٖيمَانِكُمْ كُفَّارًا حَسَدًا مِنْ عِنْدِ اَنْفُسِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْحَقُّ فَاعْفُوا وَاصْفَحُوا حَتّٰى يَاْتِىَ اللّٰهُ بِاَمْرِهٖ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَیْءٍ قَدٖيرٌ

Bakara suresi 2.109 Kitap ehlinden birçoğu, hak kendilerine belirdikten sonra dahi, içlerindeki kıskançlıktan ötürü sizi, imanınızdan sonra küfre döndürmek isterler. Siz şimdilik, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedin, hoşgörün. Şüphesiz Allah, gücü her şeye hakkıyla yetendir.

Allah Resulü (s.a.v.), onların affını, Allah'ın kendisine emrettiği şekilde yorumluyordu. Ta ki izin verene kadar. 

Ben söyleyeceğimi söylüyorum ve Allah'tan kendim ve sizin için af diliyorum.

İkinci Hutbe 

Âlemlerin Rabbi Allah'a hamd olsun. Allah'ım, İslam ve iman nimeti için sana hamd olsun. Bizi Muhammed'in ümmetinden kıldığın için sana hamd olsun. 

Şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur, tektir ve ortağı yoktur. Şehadet ederim ki Muhammed O'nun kulu ve elçisidir. Allah'ım, Efendimiz Muhammed'e, ailesine ve tüm ashabına salat ve selam eyle.

Şimdi ey Müslümanlar!

Allah Resûlü'nün Medine'de Yahudilerle barış içinde yaşama konusundaki kararlılığına rağmen, Yahudiler kışkırtıcı eylemlerde bulundular.

Fakat Allah Resûlü onlara büyük bir hoşgörü ve büyük bir hikmetle karşılık verdi.

Burada Yahudilerin kışkırtıcı eylemlerine dair örnekler vermekle yetineceğiz. Bunlar arasında, âlemlerin Rabbine fakirlik atfetmeleri de vardır. 

Bu bile, yalnızca zayıf imanları ve bildikleri hakikati inkâr etmeleri nedeniyle değil, aynı zamanda bu ihlalleriyle Müslümanların temel otoritesine saldırdıkları için de en ağır cezayı hak eden bir felakettir. 

Bunu yaparken, insanları kendilerini yöneten şeriatı reddetmeye teşvik ediyorlar. Ve bu da Medine'de büyük bir fitneye neden oluyor. Bunlar arasında, âlemlerin Rabbine fakirlik atfetmeleri de vardır. 

Allah onlar hakkında şöyle buyurmuştur:

لَقَدْ سَمِعَ اللّٰهُ قَوْلَ الَّذٖينَ قَالُوا اِنَّ اللّٰهَ فَقٖيرٌ وَنَحْنُ اَغْنِيَاءُ سَنَكْتُبُ مَا قَالُوا وَقَتْلَهُمُ الْاَنْبِيَاءَ بِغَيْرِ حَقٍّ وَنَقُولُ ذُوقُوا عَذَابَ الْحَرٖيقِ

Al-i İmran suresi 3.181 Allah; "Şüphesiz, Allah fakirdir, biz zenginiz" diyenlerin sözünü elbette duydu. Onların dediklerini ve haksız yere peygamberleri öldürmelerini yazacağız ve, "Tadın yangın azabını!" diyeceğiz.

Aynı şekilde, Resûlullah'a (s.a.v.) karşı işledikleri zulüm, yanından geçip yüzüne karşı ölümünü haykıracak kadar büyüktü.

Tam tersini göstermeye çalıştılar, içlerinden biri Hz. Peygambere "Ölüm üzerinize olsun" dedi. "Sam Ölüm", ölüm demektir.

İki Sahih'te (Aişe radıyallahu anha'dan rivayet edildiğine göre) şöyle demiştir: 

 ففي الصحيحين (عَنْ عَائِشَةَ – رضى الله عنها – قَالَتِ اسْتَأْذَنَ رَهْطٌ مِنَ الْيَهُودِ عَلَى النَّبِىِّ – صلى الله عليه وسلم – فَقَالُوا السَّامُ عَلَيْكَ . فَقُلْتُ بَلْ عَلَيْكُمُ السَّامُ وَاللَّعْنَةُ . فَقَالَ « يَا عَائِشَةُ إِنَّ اللَّهَ رَفِيقٌ يُحِبُّ الرِّفْقَ فِى الأَمْرِ كُلِّهِ » . قُلْتُ أَوَلَمْ تَسْمَعْ مَا قَالُوا قَالَ « قُلْتُ وَعَلَيْكُمْ »

Yahudilerden bir grup Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'i görmek için izin istediler ve: Es-Samu Aleyke, Ölüm senin üzerine olsun. dediler. Hz. Peygamber ben: Hayır, es-Samu Aleyke Ölüm senin üzerine ve lanet sana olsun, dedim. 

Peygamber: Ey Aişe! Allah lütufkârdır ve her işte lütufkârlığı sever, dedim. Dediklerini duymadın mı? Dedi. Ben: Ve sana, dedim.)

Başka bir rivayette Cabir İbn Abdullah şöyle demiştir: 

وفي رواية (جَابِرَ بْنَ عَبْدِ اللَّهِ يَقُولُ سَلَّمَ نَاسٌ مِنْ يَهُودَ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- فَقَالُوا السَّامُ عَلَيْكَ يَا أَبَا الْقَاسِمِ. فَقَالَ « وَعَلَيْكُمْ ». فَقَالَتْ عَائِشَةُ وَغَضِبَتْ أَلَمْ تَسْمَعْ مَا قَالُوا قَالَ « بَلَى قَدْ سَمِعْتُ فَرَدَدْتُ عَلَيْهِمْ وَإِنَّا نُجَابُ عَلَيْهِمْ وَلاَ يُجَابُونَ عَلَيْنَا ».

       “Bazı Yahudiler, Resûlullah (s.a.v.)’e selâm vererek, ‘Es-Semu aleyke ey Ebû’l-Kâsım’ dediler. (Ölüm senin üzerine olsun ey Ebû’l-Kasım dediler)

 Resûlullah (s.a.v.): da ‘Ve sana da’ buyurdu. Bunun üzerine Âişe öfkelendi ve: ‘Ne dediklerini duymadın mı?’ diye sordu. Resûlullah (s.a.v.): ‘Evet, duydum ve cevap verdim. Biz onlara cevap veriyoruz, fakat onlar bize cevap vermiyorlar’ buyurdu.”

İki Sahih'te (Enes'ten rivayet edildiğine göre) 

 وفي الصحيحين (عَنْ أَنَسٍ أَنَّ امْرَأَةً يَهُودِيَّةً أَتَتْ رَسُولَ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- بِشَاةٍ مَسْمُومَةٍ فَأَكَلَ مِنْهَا فَجِيءَ بِهَا إِلَى رَسُولِ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- فَسَأَلَهَا عَنْ ذَلِكَ فَقَالَتْ أَرَدْتُ لأَقْتُلَكَ. قَالَ « مَا كَانَ اللَّهُ لِيُسَلِّطَكِ عَلَى ذَاكِ ». قَالَ أَوْ قَالَ « عَلَىَّ ». قَالَ قَالُوا أَلاَ نَقْتُلُهَا قَالَ « لاَ ». قَالَ فَمَا زِلْتُ أَعْرِفُهَا فِي لَهَوَاتِ رَسُولِ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم-) . 

Bir Yahudi kadın, Resûlullah'a (s.a.v.) zehirli bir koyunla geldi. Resûlullah da ondan yedi. Kadın Resûlullah'a (s.a.v.) getirildi ve kadına bunu sordu. Kadın, "Seni öldürmek istedim." dedi. Resûlullah (s.a.v.) "Allah sana bunu yapma gücü vermezdi." dedi. Resûlullah (s.a.v.) "Yahut 'benim üzerime' dedi." dedi. Resûlullaha (s.a.v.) "Onu öldürmeyelim mi?" dediler. Resûlullah (s.a.v.) "Hayır." dedi. Resûlullah (s.a.v.) "Onu boğazımda hâlâ tanıyorum." dedi.

Resûlullah (s.a.v.)'in Bedir Savaşı'ndaki zaferinden sonra Medine Yahudilerinin Resûlullah'a (s.a.v.) düşmanlıklarını gösteriyorlar.

Sünen-i Ebû Dâvud’da (İbn Abbas’tan rivayetle) şöyle demiştir: 

ففي سنن ابي داود (عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ لَمَّا أَصَابَ رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- قُرَيْشًا يَوْمَ بَدْرٍ وَقَدِمَ الْمَدِينَةَ جَمَعَ الْيَهُودَ فِي سُوقِ بَنِى قَيْنُقَاعَ فَقَالَ « يَا مَعْشَرَ يَهُودَ أَسْلِمُوا قَبْلَ أَنْ يُصِيبَكُمْ مِثْلُ مَا أَصَابَ قُرَيْشًا ».

قَالُوا يَا مُحَمَّدُ لاَ يَغُرَّنَّكَ مِنْ نَفْسِكَ أَنَّكَ قَتَلْتَ نَفَرًا مِنْ قُرَيْشٍ كَانُوا أَغْمَارًا لاَ يَعْرِفُونَ الْقِتَالَ إِنَّكَ لَوْ قَاتَلْتَنَا لَعَرَفْتَ أَنَّا نَحْنُ النَّاسُ وَأَنَّكَ لَمْ تَلْقَ مِثْلَنَا. فَأَنْزَلَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ فِى ذَلِكَ

Resûlullah (s.a.v.) Bedir günü Kureyş’i mağlup edip Medine’ye gelince, Yahudileri Beni Kaynuka çarşısında topladı ve şöyle buyurdu: “Ey Yahudiler topluluğu! Kureyş’in başına gelenin benzeri sizin de başınıza gelmeden önce Müslüman olun.”)

Yahudiler dediler ki: "Ey Muhammed! Kendini kandırmana aldanma! Çünkü sen, cahil ve savaşmayı bilmeyen bir grup Kureyşliyi öldürdün. Eğer bizimle savaşsaydın, bizim bir topluluk olduğumuzu ve bizim gibilerine rastlamadığını bilirdin." 

Bunun üzerine Yüce Allah, bu konuda şöyle buyurmuştur:

قُلْ لِلَّذٖينَ كَفَرُوا سَتُغْلَبُونَ وَتُحْشَرُونَ اِلٰى جَهَنَّمَ وَبِئْسَ الْمِهَادُ

Al-i İmran suresi 3.12 İnkâr edenlere de ki: "Siz mutlaka yenilgiye uğrayacak ve toplanıp cehenneme doldurulacaksınız. Orası ne fena yataktır!"

Ve bundan -ayrıca- peygamberlere ve Kur'an'a karşı gelmeleri, Muhacirler ile Ensar arasında düşmanlık çıkarmaları... ve diğer şeyler. Ancak Yahudilerin durumu olduğu gibi kalsaydı, mesele hoş görülebilir ve kabul edilebilirdi. 

Ancak çok ileri gittiler ve Allah Resûlü'nün sabrı sadece cehaletlerini artırdı. Böylece hoş görülemeyecek şeyler yaptılar. Dolayısıyla bu, affedilmesi imkânsız olan açık bir antlaşma ihlaliydi. 

İşte Beni Kaynuka Yahudilerinin onunla olan antlaşmalarını bozması.

Sünen-i Beyhakî’de 

 ففي سنن البيهقي (أَنَّ بَنِى قَيْنُقَاعَ كَانَ بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ رَسُولِ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- مُوَادَعَةٌ وَعَهْدٌ فَأَتَتِ امْرَأَةٌ مِنَ الأَنْصَارِ إِلَى صَائِغٍ مِنْهُمْ لِيَصُوغَ لَهَا حُلِيٍّا وَكَانَتِ الْيَهُودُ مُعَادِيَةً لِلأَنْصَارِ فَلَمَّا جَلَسَتْ عِنْدَ الصَّائِغِ عَمَدَ إِلَى بَعْضِ حَدَائِدِهِ فَشَدَّ بِهِ أَسْفَلَ ذَيْلِهَا وَجَنْبِهَا وَهِىَ لاَ تَشْعُرُ

 فَلَمَّا قَامَتِ الْمَرْأَةُ وَهِىَ فِى سُوقِهِمْ نَظَرُوا إِلَيْهَا مُتَكَشِّفَةً فَجَعَلُوا يَضْحَكُونَ مِنْهَا وَيَسْخَرُونَ فَبَلَغَ ذَلِكَ رَسُولَ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- فَنَابَذَهُمْ وَجَعَلَ ذَلِكَ مِنْهُمْ نَقْضًا لِلْعَهْدِ.)

 (Beni Kaynuka ile Resûlullah (s.a.v.) arasında bir antlaşma ve sözleşme vardı. Ensar’dan bir kadın, içlerinden bir kuyumcuya kendisine mücevher yaptırmak için geldi. 

Yahudiler ise Ensar’a düşmandılar. Kadın kuyumcunun yanına oturduğunda, kuyumcu onun demirinden bir parça alıp eteğinin ucuna ve böğrüne bağladı. 

Kadın farkında değildi. Kadın ayağa kalktığında, çarşıdaydı. Onu kadını açık ve çıplak gördüler. Ve onunla alay etmeye başladılar. Bu haber Resûlullah’a (s.a.v.) ulaşınca onları azarladı. Ve bunu onların antlaşmalarını bozmaları olarak saydı.

Sünen-i Ebû Dâvûd’da (Nâfi’nin İbn Ömer’den rivayetine göre:

وفي سنن أبي داود (عَنْ نَافِعٍ عَنِ ابْنِ عُمَرَ أَنَّ يَهُودَ بَنِى النَّضِيرِ وَقُرَيْظَةَ حَارَبُوا رَسُولَ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- فَأَجْلَى رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- بَنِى النَّضِيرِ وَأَقَرَّ قُرَيْظَةَ وَمَنَّ عَلَيْهِمْ حَتَّى حَارَبَتْ قُرَيْظَةُ بَعْدَ ذَلِكَ فَقَتَلَ رِجَالَهُمْ وَقَسَمَ نِسَاءَهُمْ وَأَوْلاَدَهُمْ وَأَمْوَالَهُمْ بَيْنَ الْمُسْلِمِينَ إِلاَّ بَعْضَهُمْ لَحِقُوا بِرَسُولِ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- فَأَمَّنَهُمْ وَأَسْلَمُوا وَأَجْلَى رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- يَهُودَ الْمَدِينَةِ كُلَّهُمْ بَنِى قَيْنُقَاعَ وَهُمْ قَوْمُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ سَلاَمٍ وَيَهُودَ بَنِى حَارِثَةَ وَكُلَّ يَهُودِيٍّ كَانَ بِالْمَدِينَةِ).

Beni Nadir ve Kurayza Yahudileri Resûlullah (s.a.v.) ile savaştılar. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) Beni Nadir’i kovdu ve Kurayza’ya özgürlüklerini verdi ve Kurayza bundan sonra savaşana kadar onlara merhamet etti. 

Sonra erkeklerini öldürdü ve kadınlarını, çocuklarını ve mallarını Müslümanlar arasında paylaştırdı. Resûlullah’a (s.a.v.) katılanlar hariç. Böylece onlara güvenlik sağladı ve onlar da Müslüman oldular. 

Resûlullah (s.a.v.) Medine Yahudilerinin tamamını, Abdullah ibn Selam’ın halkı olan Beni Kaynuka’yı, Beni Harise Yahudilerini ve Medine’de bulunan bütün Yahudileri kovdu.

Hayber ve Beni Nadir Yahudilerinden oluşan bir grup, Müslümanları kuşatmak amacıyla müşrik birliklerini toplamak üzere yola çıktı. Bu, on binden fazla müşrik savaşçının Medine'deki Müslümanları yok etmek için bir araya geldiği Müttefikler Savaşı'ydı. 

Allah bu savaşta Müslümanlara zafer bahşetmiş, ancak Hayber Müslümanlar için büyük bir tehlike odağı haline gelmişti. 

Dolayısıyla, bunların disiplin altına alınması ve İslam Devletine karşı işledikleri bazı suçlardan dolayı hesap sorulması gerekiyordu.

Ve Allah Resûlü ile müzakere etmek için, Allah Resûlü de onlardan bunu kabul etti. Sonuç olarak, onların ve kalelerdeki savaşçılar, çocuklar ve kadınlar da dahil olmak üzere herkesin kanının bağışlanması, evlerinin, silahlarının, mallarının, altınlarının ve gümüşlerinin geride bırakılması ve hiçbir şey almadan ayrılmaları konusunda bir barış antlaşması yapıldı.

       Allah Resûlü de bu antlaşmada önemli bir şart koşarak şöyle buyurdu: "Eğer benden bir şey gizlerseniz, Allah'ın ve Resûlü'nün ahdi sizden silinir." Yani, Yahudilerden herhangi biri mal, altın veya gümüş gizlerse, Resûlullah bu gizleme nedeniyle onları öldürme hakkına sahipti.

Yahudiler bu barış antlaşmasını kabul ettiler ve Hayber'den ayrılmaya başladılar. Resûlullah, işledikleri kötülüklere rağmen, bu antlaşmayla onların tüm kanlarını bağışladı. 

Kinâne bin Ebû'l-Hakîk'in başına gelenler gibi. Yalnızca bu antlaşmaya açıkça ihanet edenler öldürüldü. O ana kadar tüm mesele Müslümanların elindeydi ve Yahudilerin ayrılmaktan başka çaresi yoktu.

Ancak Resûlullah (s.a.v.) diğer insanlarla barış içinde yaşama arzusundan dolayı Yahudilerin teklifini kabul etti. Yahudiler, Resûlullah'tan (s.a.v.) bu toprakları Müslümanlarla eşit şekilde işlemesini istediler.

Buhari'de İbn Ömer -radıyallahu anh-'den rivayet edildiğine göre:

ففي البخاري عَنِ ابْنِ عُمَرَ – رضى الله عنهما – أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ – صلى الله عليه وسلم – أَعْطَى خَيْبَرَ الْيَهُودَ عَلَى أَنْ يَعْمَلُوهَا وَيَزْرَعُوهَا ، وَلَهُمْ شَطْرُ مَا خَرَجَ مِنْهَا . وكان هذا الصلح بمنزلة الإحسان التامِّ من قِبل رسول الله صلى الله عليه وسلم ليهود خيبر، وإنقاذًا لهم من الخروج إلى الصحراء، فقد كانت المعاهدة الأولى تنصُّ على إجلائهم تاركين خلفهم كل شيء، 

Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, Hayber'i Yahudilere, onu işlemeleri, ekip biçmeleri ve ürününün yarısını almaları şartıyla vermiştir. 

Bu antlaşma Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in Hayber Yahudilerine karşı tam bir lütfu olup, onları çöle sürülmekten kurtarmıştır. Zira ilk antlaşma, her şeylerini geride bırakarak tahliye etmelerini şart koşmuştur.

Hayber halkı için hayat normal seyrinde devam etti. Ve Müslümanların herhangi bir uzlaşmazlık belirtisi göstermeden görevlerini tam bir özgürlükle yerine getirmeye devam ettiler. 

Bu asil ahlak ve başkalarına karşı büyük bir sevgiyle, Resûlullah Yahudilerle anlaşmalar yaptı. Ancak onlar anlaşmaları yerine getirmediler ve birer birer bozdular.

 

Ey Müslümanlar! 

Hz. Peygamberin gayrimüslimlere (Allah ona rahmet etsin) karşı muamelesinin örneklerinden biri de onlara karşı adaletli davranmasıdır.

Bunlardan biri de Buhari'nin Abdurrahman bin Ebî Bekir'den (Allah ikisinden de razı olsun) rivayet ettiği şu hadistir: 

ومن ذلك ما رواه البخاري عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ أَبِى بَكْرٍ – رضى الله عنهما – قَالَ كُنَّا مَعَ النَّبِيِّ – صلى الله عليه وسلم – ثَلاَثِينَ وَمِائَةً فَقَالَ النَّبِيُّ – صلى الله عليه وسلم – « هَلْ مَعَ أَحَدٍ مِنْكُمْ طَعَامٌ » .

 فَإِذَا مَعَ رَجُلٍ صَاعٌ مِنْ طَعَامٍ أَوْ نَحْوُهُ ، فَعُجِنَ ثُمَّ جَاءَ رَجُلٌ مُشْرِكٌ مُشْعَانٌّ طَوِيلٌ بِغَنَمٍ يَسُوقُهَا ، 

فَقَالَ النَّبِىُّ – صلى الله عليه وسلم – « بَيْعًا أَمْ عَطِيَّةً – أَوْ قَالَ – أَمْ هِبَةً » . قَالَ لاَ ، بَلْ بَيْعٌ . فَاشْتَرَى مِنْهُ شَاةً ، فَصُنِعَتْ

 وَأَمَرَ النَّبِيُّ – صلى الله عليه وسلم – بِسَوَادِ الْبَطْنِ أَنْ يُشْوَى ، وَايْمُ اللَّهِ مَا فِي الثَّلاَثِينَ وَالْمِائَةِ إِلاَّ قَدْ حَزَّ النَّبِيُّ – صلى الله عليه وسلم – لَهُ حُزَّةً مِنْ سَوَادِ بَطْنِهَا ،

 إِنْ كَانَ شَاهِدًا أَعْطَاهَا إِيَّاهُ ، وَإِنْ كَانَ غَائِبًا خَبَأَ لَهُ ، فَجَعَلَ مِنْهَا قَصْعَتَيْنِ ، فَأَكَلُوا أَجْمَعُونَ ، وَشَبِعْنَا ، فَفَضَلَتِ الْقَصْعَتَانِ ، فَحَمَلْنَاهُ عَلَى الْبَعِيرِ . 

"Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ile birlikteydik ve 130 kişiydik. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), "Aranızda yiyeceği olan var mı?" diye sordu. Sonra bir adam bir sa' yiyecek veya benzeri bir şey aldı ve yoğurdu. Hamur yaptı. Sonra uzun tüylü, nur yüzlü bir müşrik, koyunları gütmek için geldi.

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), "Bu bir satış mı yoksa hediye mi?" diye sordu. Adam, "Hayır, bu bir satış." dedi. Adam ondan bir koyun satın aldı ve hazırlandı yemek yaptı.

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), karnın siyah kısmının kızartılmasını emretti. Allah'a yemin olsun ki, yüz otuz kişiden Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) onun için siyah kısmından bir parça bile kesmedi.

Eğer hazır bulunursa ona verir, eğer hazır bulunmazsa onun için saklardı. İki kase yapıp hepsi yedi, biz de doyduk. İki kase kaldı arttı. Biz de onu deveye bindirip taşıdık.

İşte Allah Resulü (s.a.v.), yüz otuz kişilik ordusuyla birlikte yiyecek ihtiyacı içindedir. Yanlarından koyunlarla birlikte bir müşrik geçer. Allah Resulü (s.a.v.) ondan bir koyunu bedelini ödeyerek satın alır. Allah Resulü'nün gücü yetmesine, onların şiddetli ihtiyaçlarına ve adamın küfür ve imanının bozulmasına rağmen, adamı koyunu karşılıksız vermeye zorlamamıştır. İşte bu, en yüce adalettir.

Allah Hz. Peygambere rahmet etsin ve esenlik versin. Krallar ve devlet başkanlarıyla olan muamelelerine gelince. Bu, onların halkları arasındaki statülerine uygun bir muameleydi. Allah Peygambere rahmet etsin ve esenlik versin. 

Yeryüzünün hükümdarları ve krallarıyla olan muamelelerine dair tasvirler arasında, Allah Resulü'nün o dönemde yeryüzünün krallarına birkaç mektup gönderdiğini görüyoruz;

Allah, onları İslam'a davet ederek, elçisi Muhammed'i âlemlere bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdi. 

Dikkat çekici olan, Allah Resulü'nün (s.a.v.) tüm mektuplarında, kral veya önderi büyük olarak nitelendirmesi ve bu nitelemeyle gayrimüslim bir adamı da nitelemekten çekinmemesidir. 

Allah Resulü (s.a.v.), Roma Kayzeri'ne yazdığı mektupta şöyle diyordu: "Muhammed bin Abdullah'tan, Roma'nın Büyük İmparatoru Herakleios'a..."

Resûlullah (s.a.v.), Pers hükümdarı Hüsrev'e yazdığı mektupta da şöyle buyurmaktadır: "Allah'ın Resûlü Muhammed'den, Perslerin Büyük Hüsrev'ine..."

Resûlullah (s.a.v.) Mısır hükümdarı Mukavkıs'a yazdığı mektupta şöyle buyurmaktadır: "Muhammed bin Abdullah'tan, Kıptilerin Büyük Hükümdarı Mukavkıs'a..."

 Ve Habeşistan hükümdarı Necaşi'ye: "Bu, Peygamber Muhammed'in, Habeşistan'ın Büyük Hükümdarı Necaşi el-Aşam'a yazdığı bir mektuptur..."

Allah Resulü'nün (s.a.v.) kralların elçileri ve heyetleriyle muamelesine gelince, Allah Resulü'nün (s.a.v.) aynı şekilde, İran'ın büyük hükümdarı Hüsrev'den, Allah Resulü'nü (s.a.v.) Medine'deki evinden alıp kendisine götürmek üzere kabul edilemez bir mesaj getiren Hüsrev'in elçilerine de ikramda bulunduğunu görüyoruz.

Ancak Resûlullah (s.a.v.), sakin, nazik ve yumuşak huylu mizacından taviz vermezdi. Aksine, Medine'ye gelen tüm heyetlere, bu heyetlerden beklenen siyasi ve dini tavır ne olursa olsun, büyük bir saygı gösterirdi. 

Resûlullah (s.a.v.) heyetlere özel bir ilgi gösterir, onları ağırlar, ağırlar, iyi davranır ve onlara ödüller verirdi.

Onlara misafirperverlikle davranır, onları sıcak bir şekilde karşılar, sorular sorar, sık sık ziyaret eder ve en güzel kıyafetleriyle ağırlardı. 

Resûlullah (s.a.v.), tıpkı Selemen'in heyetini kabul ederken yaptığı gibi, onları ağırlayacakları belirli evler de belirlemişti. Hizmetçisi Sevban'a, "Bu heyetleri, başka heyetlerin kaldığı yerlere bırak." demişti. Resûlullah (s.a.v.) bu heyetlere, çoğunlukla gümüşten oluşan hediyeler ve ödüller vermek adetiydi.

O dönemdeki ülkelerin krallarıyla etkileşimleri arasında onlardan hediye kabul etmesi de vardı. Peygamber (s.a.v.), uyum ve dostluğu teşvik etmek amacıyla Müslüman olmayan ülkelerden hediyeler kabul ederdi.

Özellikle de hain veya düşmanca değillerse. Tıpkı Mısır'ın büyük Kıptisi Mukavkıs'ın hediyelerini kabul ettiği gibi.

Allah Resulü’nün (s.a.v.) hayatındaki diplomatik ilişkilerinin en büyük örneklerinden biri, Habeşistan Kralı Necaşi’ye karşı olan davranışlarıdır. Allah Resulü (s.a.v.) onu överek, ashabına şöyle demiştir:

Sünen-i Beyhakî'de (Allah Resûlü (s.a.v.) onlara şöyle buyurmuştur: 

 كما في سنن البيهقي (قَالَ لَهُمْ رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- :« إِنَّ بِأَرْضِ الْحَبَشَةِ مَلِكًا لاَ يُظْلَمُ أَحَدٌ عِنْدَهُ فَالْحَقُوا بِبِلاَدِهِ حَتَّى يَجْعَلَ اللَّهُ لَكُمْ فَرَجًا وَمَخْرَجًا مِمَّا أَنْتُمْ فِيهِ ». ثم مرورًا بإقرار رسول الله صلى الله عليه وسلم بوكالة النجاشي -رغم بقائه في ذلك الوقت على دينه على ما يبدو للسيدة أم حبيبة رضي الله عنها، والتي تنصَّر زوجها عبيد الله بن جحش في الحبشة،

 فأراد رسول الله أن يكافئها بزواجه إياها، فزوَّجها إيَّاهُ النَّجاشيُّ ومهرها أربعة آلافٍ، ثمَّ جهَّزها من عنده، فبعث بها إلى رسول الله مع شرحبيل بن حسنة، وجهازها كلُّه من عند النَّجاشيِّ، ولم يرسل إليها رسول الله بشيءٍ .

واثمرت هذه العلاقة الطيبة أن أسلم النجاشي وأهدى لرسول الله صلى الله عليه وسلم ،

"Habeşistan topraklarında, yönetimi altında hiç kimseye zulmedilmeyen bir hükümdar vardır. Allah size bir kurtuluş ve içinde bulunduğunuz durumdan bir çıkış yolu bahşedene kadar onun topraklarına gidin." 

Sonra Resûlullah (s.a.v.), Necâşî'nin, o dönemde dinine bağlı kalmış gibi görünmesine rağmen, kocası Ubeydullah ibn Cahş'ın Habeşistan'da Hristiyanlığa geçmiş olan Ümmü Habîbe (r.a.) üzerindeki vekâletini kabul etti.

Resûlullah onu evlendirerek mükâfatlandırmak istedi. Bu yüzden Necâşî onu dört bin mehirle evlendirdi. Sonra onu kendi cebinden hazırlayıp Şurahbil ibn Şerîf ile Resûlullah'a gönderdi. Zengin bir kadındı. Ve tüm giyimi Necâşî tarafından sağlanıyordu. Resûlullah ona hiçbir şey göndermedi.

Bu iyi ilişki, Necâşî'nin Müslüman olup Resulullah'a (s.a.v.) hediye takdim etmesiyle neticelenir.

Sünen-i Beyhakî'de (Abdullah bin Büreyde'den, babasından rivayetle) şöyle demiştir:

ففي سنن البيهقي (عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ بُرَيْدَةَ عَنْ أَبِيهِ قَالَ : أَهْدَى النَّجَاشِيُّ إِلَى النَّبِيِّ -صلى الله عليه وسلم- خُفَّيْنِ سَاذَجَيْنِ أَسْوَدَيْنِ ، فَلَبِسَهُمَا وَمَسَحَ عَلَيْهِمَا) . 

Necaşi, Peygamber'e (s.a.v.) iki sade siyah ayakkabı hediye etti. Peygamber de bunları giydi ve üzerlerine meshetti.)

Sünen-i Ebû Dâvûd (Ebû Bürde'den, o da babasından rivayetle şöyle demiştir: 

وفي سنن أبي داود (عَنْ أَبِى بُرْدَةَ عَنْ أَبِيهِ قَالَ أَمَرَنَا رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- أَنْ نَنْطَلِقَ إِلَى أَرْضِ النَّجَاشِيِّ فَذَكَرَ حَدِيثَهُ قَالَ النَّجَاشِيُّ أَشْهَدُ أَنَّهُ رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- وَأَنَّهُ الَّذِى بَشَّرَ بِهِ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ وَلَوْلاَ مَا أَنَا فِيهِ مِنَ الْمُلْكِ لأَتَيْتُهُ حَتَّى أَحْمِلَ نَعْلَيْهِ) ،

Resûlullah (s.a.v.) bize Necâşî'nin memleketine gitmemizi emretti ve onun hadisini zikretti. Necâşî şöyle dedi: Ben şehâdet ederim ki o, Allah'ın Resûl'üdür (s.a.v.) ve Meryem oğlu İsa'nın müjdelediği kimsedir. Eğer içinde bulunduğum hükümdarlık olmasaydı, yanına gelir ve çarıklarını taşırdım.) 

(Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre:

وفيه :(عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- نَعَى لِلنَّاسِ النَّجَاشِيَّ فِي الْيَوْمِ الَّذِى مَاتَ فِيهِ وَخَرَجَ بِهِمْ إِلَى الْمُصَلَّى فَصَفَّ بِهِمْ وَكَبَّرَ أَرْبَعَ تَكْبِيرَاتٍ.

Resûlullah (s.a.v.), Necâşî'nin vefat ettiği gün, halkına onun vefatını haber vermiş, onlarla birlikte namazgâha gitmiş, onları sıraya dizmiş ve dört defa tekbir alarak Allah en büyüktür (Allahu Ekber) demiştir.)

Ve dua.

 

Tercüme Tarih: 26.Ekim.2025 

Tercüme Eden: İbrahim SIRMALI 

(Emekli Müftü, İcazetli) 

Okuma Tarihi: 24 Aralık 2016 

Konu: Hz. Peygamberin Muhalif, Kitap Ehli ve Müşriklerle Muamelesi 

https://hamidibrahem.com

dan alıntıdır.

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —