İster kabul edin, isterseniz kabul etmeyin, Türkiye’de, hazin bölünmüşlüklerin tam ortasında yaşamaktayız. Öylesine paramparça edilmiş, öylesine bir kargaşa içine çekilmişiz ki bu keşmekeşlikte üzerimizde oynanan büyük planların farkına bile varamıyoruz. Kendinize “Ben kimim?” veya “Biz kimiz ?” diye sormanızı istiyorum. Bu soruyu sorup, cevabını düşünmeye başladığınız da ne demek istediğimi çok net göreceksiniz.
TÜRKİYE’DE YAŞAYAN ETNİK GRUPLAR
Etnik yapıdan baktığımızda manzara müthiş ve şaşırtıcıdır. Türk, Kürt (Kurmanc, Sorani, Gorani), Zaza (Zaza, Dimili), Arap, Çerkez, Arnavut (Şiptar, Toska ve Gega), Boşnak (Bosnalı, Sancaklı, Müslüman Sırp), Patriot (Makedonyalı Müslüman Yunan. Kimileri Alevidirler), Gürcü (Acar, Kartveli, Kart, Melaşvili, Gurian, İngilo), Süryani (Türoyo, Qıltu, Mlahsö), Roman (Rom, Çingene, Poşa, Dom), Yezidi (Ezidi, İzdi, Azidi, İzid, Izdi, Darsın, Rasni), Pomak, Laz, Hemşinliler, Ermeniler, Yahudiler (Sefarad, Aşkenaz), Rum, Nasturi, Keldani, Bahaî, Sudanlı, Leh, Malakan, Farsi, Hakkani, Halitat, Dürzî, Zerduşi, Mansuri ve daha neler neler?!
Bir de Çerkezlere göz atalım. Çerkezler soy olarak Türk ortak kökeninden olmakla beraber Kafkaslardaki anavatana gönülden bağlı olmaları itibari ile farklı bir etnik köken kabul edilebilmektedir. Farklılık gösterdikleri kavim ayrımları ise şöyledir. Çerkezler: Abhaz, Adigey, Kabardey, Dağıstan, Çeçen, İnguş. Abhaz (Aşıwua, Aşkarıwua, Apsuwa) , Adige (Kemguy, Yegerukay, Abadzeh, Şapsığ, Hakuç, Hatukay, Natuhay, Kabardey, Besleney, Mahoş, Mamhığ, Bejduğ, Jane), Ubıh, Dağıstanlı (Avar, Lezgi, Dargi, Lak), Oset’ dir.
Nüfusun çoğunluğunu oluşturan Türklere baktığımızda ise kendimizi oldukça yoğun bir dağılımın içinde buluruz. Türkler: Gacal, Avşar, Yörük, Manav, Türkmen, Tahtacı, Kıpçak, Tatar, Nogay, Cerit, Kırgız, Karapapak, Muhacır, Terekeme, Azeri, Özbek, Harzem, Çepni, Oğuz, Kırımçak, Karaçay, Balkar, Yıva, Begitli, Büğdüz, Bayat, Yazır, Eymür, Karabölük, Alkaevli, İğdir, Üreğir, Tukirka, Ulayundluğ, Tüger, Çavuldur, Çarukluğ, Çuvaş, Kumuk, Karakalpak, Uygur, Ahıska, Salurlu, Yerli, Pallık, Aydınlı, Abdal, Üçok, Sıraç, Nalcı, Çaylak, Teber, Beydili, Barak, Karabağlı, Şaman, Şamlı, Torbeş, Bayındır, Kınık, Ortakçı, Amuca, Bedrettinli, Karamanlı, Kırım Tatarı, Kazan Tatarı, Başkırt, Karakeçili, Sarıkeçili, Torlak, Kızılbaş, Peçenek, Çıtak, Zeybek, Sancaklı, Dobrucalı, Kıbrıslı.
ETNİK KÖKENLERİN SAYILARI
Bir de sayısal değerleri irdeleyelim. Karşımıza ilginç bir tablo çıkmaktadır. Maalesef bugün ırkçılık yaptığı söylenen ve diğer etnik kökenlere eşitlikçi yaklaşmadığı ısrarla vurgulanan Türklerin, sayıca değerleri zirvededir. Söylenenin tam tersi, azınlık görülerek ezildiklerini, sürekli feryat ederek dile getiren ve ortalığı kan gölüne çeviren kesimlerce, haksızlığa uğrayan ve sessizce memleketine zarar gelmesin diye insanca bekleyen yine Türklerdir. Şimdi rakamlara bakalım. Bu rakamlar Milliyet Gazetesince yaptırılan anketler neticesidir. Elde edilen değerler kesin değildir ama gerçeğe çok yakındır. Nüfusumuzun %81,33’nü Türkler oluşturmaktadır. Bu rakam dışarıdan Türkiye’ye göçen Türklerle birlikte %85’i bulmaktadır. Buna göre nüfus dağılımı anket sonuçları şöyledir. Türkler 61.000.000, Kürtler 7.500.000, Araplar 550.000, Zazalar 520.000, Lazlar 220.000, Çerkezler 350.000, Gürcüler 70.000, Boşnaklar 70.000, Arnavutlar 300.000, Romanlar 300.000. İlginç değil mi?
ETNİK BÖLÜNME TİYATROSU
Etnik köken bölünmeleri bizi şaşırtıyor, hayretlere salıyor ancak anlıyoruz ki bugünkü Türkiye Halkı, koskoca Osmanlı Devleti’nin dağılmasıyla Anadolu’ya sığınan ve yerleşen, bir zamanlar dört kıtada hüküm sürerken Anadolu’ya büzüşen Osmanlı Devleti’nin öz çekirdeği niteliğindedir. Yüzlerce yıldır bizleri bölmeye, yok etmeye veya sömürmeye çalışan, yeni dünya düzeninin perde arkası güçleri, bıkmadan usanmadan çalışarak, bizi bu topraklara kadar sıkıştırmıştır. Tarihten maalesef ders alamadığımız için Osmanlı Devleti’nin yok olmasına kadar varan bu dramatik tiyatro, halen aynı biçimiyle devam etmektedir. Tiyatronun bu sahnesinde oynanan oyunun adı da ETNİK BÖLÜNME’ dir. Biz ise gözleri kapalı körlüğümüzle, geçmişten ders alamıyoruz. Bir de üstüne üstlük bu sahnede oyuncu olarak yer alıyoruz. Ancak garip olan şu ki önümüze bizi kör etmek için konulan materyalist sistemin dünya eğlenceleri elbette bir gün değerini yitirecek ve biz kendi özümüze kavuşacağız. Gerçekleri görmenin tek yolu bu körlükten kurtulmaktır. Şunu iyice anlayalım ki körlük denilen şey gözlerimizin görmemesi değil, gerçeklere gözlerimizin kapattırılmasıdır. Sadece yapmamız gereken kapatılan gözlerimizi cesaretle açmamızdır. Aç gözlerini Türkiye’m ve gerçekleri gör artık. Kavga yerini, huzura, düşmanlık yerini kardeşliğe bıraksın. Ancak unutmayalım ki Türkiye’deki parçalanma sadece etnik açıdan değildir. Çok yönlüdür. Fakat diğer hususları sonraki hafta yazacağız.
Sevgi ışığınız, kalbiniz rehberiniz olsun.